Geçmişte ailede tek bir kişi, yani evin reisi konumundaki erkek, çalışırken bir yandan da tasarruf etmek mümkündü. Fakat günümüzde hem erkek hem de kadın çalıştığı halde negatif tasarruf, yani ailenin belini bir türlü doğrultamaması, durumu söz konusudur. Warren, bu paradoksal durumu incelediği kitabında ve konuyla ilgili verdiği söyleşiler ve konferanslarda ABD özelinde cevap aramış ve çözüm önerilerini sunmuş. Suzanne Venker ise iyi bir anne olmaya çalışan bir Amerikan kadını. Elisabeth Warren gibi meşhur bir senatör değil. Fakat her ikisi de Amerikan ailesini korumak ve kadınlara karşı kurulan tuzakları boşa çıkarmaya gayret gösteriyorlar. Her iki yazar da modern yaşamın dayattığı ve materyalist felsefeden gelerek artan baskılara karşı çaresizliklerini dile getirmekten çekinmiyor. Venker, geçen 25 yıl süresince müşfik, evliliğe adanmış, analı babalı, çocuklar evdeyken yanlarında annesi olan ailelerin olumlu neticelerini görmekle birlikte, dehşet, yılgınlık, şüphe içinde kalıyor ve şu hususları dile getiriyor: Anne mutlu olduğu sürece, çocukların ihmal edilmesini, çıkarları en yüksek seviyeden korunuyormuş gibi sunan medyayı eleştirerek aldatmacanın derinliklerine kadar iniyor. Özellikle kadın ve ebeveynlik dergilerinde kendi çocuklarını yetiştiren kadınlara karşı derinden derine bir düşmanlık meydana getirildiğine dikkat çekiyor. En temel, geleneksel normların çöktüğünü insanların bencil ve anlık arzularının kurbanı olduklarını dile getiriyor. Annenin sorumluluk ve görev anlayışının neredeyse tamamen kaybolduğunu ifade ediyor. Erkekleri, evliliği ve çocuk yetiştirmeyi hafife alan feministlerin; kadınlıkları, üretkenlikleri ve annelikleri ile saygı görme mevkiinden uzaklaştırdığını dile getirerek birlikte yaşamanın, evlilik dışı bebeklerin ve gündüz bakımının aile kurumunu alt üst ettiğini dile getiriyor. Genelde medya ve özelde de diğer ebeveynler, bir çocukları olduğunu dahi unuttuklarından dolayı, onun arabanın arka koltuğunda sıcaktan pişerek ölmesine sebep olmalarına karşı çok ciddi eleştiriler getiriyor. Anne veya babaya, “ah, yazık, ne kadar da meşguller,” diyerek şefkatli bir destek ve anlayış göstermesinin tutarsızlığına dikkat çekiyor. Annelerin, onların rahatlık ve mutluluğu adına çocuklarını kreşlere daha büyük bir gönül rahatlığıyla bırakmalarını sağlamak için tasarlanmış ürünlerin geliştirilmesini de eleştiriyor. Bu yeni devrin anne babalık anlayışının “çocuklarının ne zaman ve ne kadar tuvaletini yaptığı, yiyip içtiğini, takla attığını veya hangi sözleri söylediğini gösteren günlük çizelge ve grafikler; anne bilgisayarı açsın ve çocuğunu on saniye görebilsin diye kreşe yerleştirilen bir kamera” olduğunu söyleyerek böyle bir ailenin ve çocuk gelişiminin sürdürülemez olduğunu ifade ediyor. The Wall Street Journal, 8 Ekim 2003 tarihinde çalışan annelerin aile üzerindeki etkisini ele alan bu kitapların eleştirisini yayınladı. Kitaptan alınan iktibas “İki gelirli ortalama bir aile, bugün, bir nesil öncesinin tek gelirli ailenin kazandığından daha çok kazanıyor. Ancak, bugünün iki gelirli ailelerinin elinde; ev ipoteğini, arabanın masraflarını, vergileri, sağlık sigortasını, kreş faturalarını ödedikten sonra, daha az para kaldığını ifade ediyor. İşte “iki gelir tuzağı” adı verilen mesele budur. Annelerin bir furya hâlinde çalışma hayatına girmesinin, aileleri daha az güvenli, daha az esnek ve fakir etme gibi paradoksal bir etkisi olduğu bu eserler sayesinde ABD toplumunda daha iyi anlaşılmış durumdadır. Fakat kendi ülkemizde durum neredeyse tam tersine bir algıya işaret etmektedir. Bu algıyı kırabilmek için Suzanne Venker’in eserlerini ve hayatını örnek göstermek gerekiyor, vesselam…