Batı dünyasının ikiyüzlü tutumu, sömürü ve zalimce politikaları, bu yöndeki öfkenin beslenerek büyüttüğünü unutmamalıdır. Bu nedenle “İslâm terörü reddeder” gibi ifadeler doğru ama eksik ifadelerdir. Söz konusu problemin aşılması, terör kadar, onu doğuran veya ona meşruiyet üreten zulüm, işgal ve haksızlıklara karşı da kararlı bir duruş gerektirmektedir.
İslâm tarihi içinde ortaya çıkan aşırılıkların, öncelikli olarak “itikadi” bir zeminden üremediğine bilhassa dikkat edilmesi gerekir. Haricîlik, Şîa, Cebriye, Mu’tezile gibi fırkaların oluşumu, esasen “siyasî” düzlemde yaşanan bir ihtilafın “itikadî” bir zemine yerleştirilmesi sürecini bize göstermektedir. Bu durum ise siyasî tavır alışları “itikadî” bir çerçeveye oturtmama konusunda uyarı niteliğindedir. Dinin meşrulaştırma gücünün siyasî meseleler için âlet edilmesine müsaade etmemek gerekir.
Ümmet içerisinde sıkıntı ve problem odağı olmuş, küresel kamuoyu nezdinde İslâm hakkında olumsuz ön yargılar oluşturulması için de “fotoğraf” sunan yapılara baktığımızda, bu yapılarda hakikati kendi tekelinde gören, kendisi gibi düşünmeyen kişi ve grupları ise “dalâlet” hatta “küfür” ile itham eden bir din diline sahip oldukları görülmektedir.
Bu inhisarcı yani her şeyi kendi tekeline alan ve tekfirci anlayışa karşı, Ehl-i Sünnet’in “Ehl-i secde tekfir edilmez” ve “Tevil varsa tekfir yoktur” diyerek geliştirdiği kuşatıcı ve muvazeneli yaklaşım, mü’minlerin istikamet çizgisini teşkil etmektedir.
Ehl-i Sünnet’in bu itidal çizgisi, her türden aşırılığa karşı, dün olduğu gibi bugün de ümmetin ana eksenidir. Bu eksenin muhafazası için, İslâm dünyası ve Türkiye’de yakın zamanda yaşanan bazı olayları Ehl-i Sünnet omurgaya, özelde bu omurganın taşıyıcısı olagelmiş usule, geleneğe, kurumlara, cemaat ve tarikatlara fatura ederek Ehl-i Sünnet’ikriminalize etme yönündeki fırsatçı propagandaya karşı özellikle dikkat edilmelidir.
Ehl-i Sünnet’in bu kuşatıcı ve kucaklayıcı istikamet çizgisinin bir temsilcisi olarak Risale-i Nur, ittihad-ı İslâm idraki içinde İslâm’ın ana caddesinde mü’minlerin ortak yürüyüşünde bir muvazene ve itidal örneğini teşkil etmektedir. Bu noktada Bediüzzaman’ın hayatı ve eseriyle ortaya koyduğu örneklik ve ölçülerin, hem gereğince anlaşılıp hem de uygun bir üslupla geniş Müslüman kamuoyuna mal edilmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede, kendilerini “özne”, sair kişi ve grupları ise “nesne” olarak gören problemli bir anlayışa karşı Müslüman dünya içindeki bütün kişi ve grupların uzak durması beklenmelidir.