Öyle ki Balkan Savaşındaki Tekirdağ Bozgununa, Trablusgarb’ın kaybına, Çanakkale’de bir alayın tamamen şehit olmasına ve fakat sadece kendisi sağ olarak kurtulmasına rağmen paşalık rütbesine kolayca ulaşan yani general olan birçok kişiye bu topluluk içinde rastlayabiliyoruz.
İşin daha ilginci ise şudur: ordu komutanı olarak gittikleri Filistin’de gerekli önlemleri almayıp geri çekilme emri vererek tarihimizin en büyük bozgununa sebep olan Sabetaycı generaller, başarısızlığını gizleyip hatta kahraman gibi kendisini göstermeyi başarabilmiştir. Yetmedi bu dönme topluluğu, Ethem Bey gibi isyanları bastırıp Yunan zaferinde önemli başarılara neden olan kahramanları resmi tarihte “hain” dedirtecek kadar gerçekleri çarpıtabilme becerisi gösterebilmişlerdir.
Kısaca söylemek gerekirse Osmanlınınson döneminde ve Cumhuriyet’in her safhasında etkin ve güçlü olan bu topluluğu hala yeterince tanımıyoruz. Bu garabete rağmen ödüller alan ve bu kadar önemli gerçeklerden tek kelime söz etmeyen tarihçilere de rastlayabiliyoruz. Bu ne biçim bir iştir ya Rabbi! 
1924’te “Yunanistan’da kalan Türkleri ana vatanlarına getirmek” bahanesi ile bir mübadele(nüfus değiş tokuş antlaşması) da yaparak ülkemizdeki Rumları Yunanistan’a gönderip Yunanistan’dan da Türk diye Yahudi dönmelerini yani Sabetayistleri getirerek çok daha güçlü hale gelen bu topluluğun;nüfuzları kadar nüfusları da epeyce artmıştı.
Ülkemize yeni gelen Sabetayistler, devlet gücü ile bir anda ülkenin en zenginleri oldular. Patronlar, sanatçılar, gazeteciler, meşhurlar daima onlar içinden çıktı. Çünkü masonlarla beraber güçlü bir dayanışmaları vardı. 
Ama ciddi bir sorunla da karşılaşmışlardı. Gizli bir Yahudi hahamı Şemsi Efendiki; gerçek adı ile Şimon Zvi’nin yetiştirmesi olan ve etrafındaki Kapâni koluna mensup dönmeler arasında büyük bir güç zehirlenmesi başlamıştı. Rakip olan Karakaşi kolundaki dönmeler, çok rahatsız olmuşlardı. İki grup arasında iktidar mücadelesi had safhaya gelmişti.
İttihat ve Terakki’nin son Maliye bakanı olan Cavid Bey, Karakaşi gurubunun lideriydi. Meşhur İzmir Suikastı hadisesinde, M. Kamâl’e suikast yapacakları iddiası ile asılanların arasında Cavid Bey de vardı. Aslında suikast tertibi ile çok da alakası yoktu. Ama zaten bu suikast teşebbüsünü düzenleyenlerin amacı buydu; bütün muhalifleri, özellikle de Karakaşi Sabetayistleri tesirsiz hale getirmekdaha önemliydi.
Yine aynı İzmir Suikastı davasında asılan Doktor Nazım da Karakaşi Sabetaycılardandı… Asanlar; Sabetaycıların Kapani kolu, asılanlar ise Karakaşi koluydu. İşte yakın tarihte türlü türlü bahaneler ile izah edilen hadiselerin özünde “Karakaşi-Kapani kapışması” vardır. 
İki gurup birbirlerini kırarlarken bile ortak sırlarını yani Sabetaycılıklarını açığa çıkarmamaya dikkat ediyorlardı. Hala dahi bu konuyu araştıran kimseye rastlanmıyor. 21. Yüzyıl’da internet çağında dahi; buna cesaret eden yoktur.
Yine, ölümünden kısa süre önce oğlu Aydın Menderes’in dile getirdiği gibi Ali Adnan Menderes’in dahi Sabetaycı olması ve Karakaşi gurubuna mensup olarak idama gittiği çok önemli bir iddiadır. Kapanilerin,Karakaşilere iktidarı kaptırma endişesi olarak söylenen bu durum için Menderes’in, Sabetaycıların sıklıkla yaptığı gibi -er ekli bir soyadını, ERTEKİN soyadını aldığından bahsedilir. Sonra mahkeme kararı ile yakın arkadaşı Edhem’in soyadını almış ve Menderes yapmış. Menderes’in eşi Berin Hanım’da meşhur Sabetaycı aile Evliyazadelerin kızı olduğu zaten Sabetaycıların asla dışarıya(dönme olmayanlara) kız vermediği ve dışarıdan kız almadığı bilinen bir şeydir.
İşte 31 Mayıs 1665 tarihinde “Mesih” olduğunu iddia eden ve “dönmelik” olarak bilinen bir mezhep kuran Sabetay Sevi, Osmanlı’da ve Türkiye Cumhuriyetinde bu kadar önemli olaylara sebep olmuştu. Hiç merak edilmemesi tuhaf değil mi?