İsrail'de "gürültü kirliliğine neden olduğu" iddiasıyla camilerden hoparlörle ezan okunmasının yasaklanmasını öngören yasa tasarısının yasama komisyonunda onaylanarak İsrail meclisine sevk edilmesinin ardından tasarıya yönelik tepkiler sürüyor. 

İslam İşbirliği Teşkilatı'ndan (İİT) yapılan yazılı açıklamada, Birleşmiş Milletler (BM) ile uluslararası topluma, İsrail'in İslam'ın kutsallarına yönelik tekrarladığı tehlikeli ihlallerine son vermeleri çağrısında bulunurken, Ürdün Vakıflar, Kutsallar ve İslami İşler Bakanlığı da söz konusu kararın "hükümsüz" olduğunu belirtti.

Yeni Şafak Gazetesi yazarı Taha Kılınç, bugünkü köşesinde kaleme aldığı "Netanyahu ne yapsa, ne etse boş" başlıklı yazısında İsrail'in İslam dünyasının tepki çeken yasa tasarısıyla ilgili "İsrail'de ezan sesini kısmaya yönelik tasarıyla ilgili tartışmaları izlerken, aklıma ister istemez Kudüs'teki kaotik ortam geldi. “Fazla gürültü çıktığı" gerekçesiyle üç dinden birinin sesini susturma girişimi, neresinden bakarsanız bakın, tam bir çılgınlık" ifadesini kullandı. 
İşte Kılınç'ın yazısından satır başları: 

Kudüs'te eski şehrin sokaklarında ilerlerken birden üçlü bir tabela çıkar karşınıza. Biri Mescid-i Aksâ'yı, diğeri Kıyâme Kilisesi'ni, öbürü de Ağlama Duvarı'nı gösterir. Üç dinin kutsal mekânlarını birbirine dayayan tarih, kıyamete kadar yaşanacak çekişme ve tartışmaları da küçücük bir sur içinde üst üste düğümlemiştir. 

İlginç bir ayrıntı olarak, her üç din de mensuplarını sesle ibadete çağırır. Müslümanlar minarelerinden ezan okurken, Hıristiyanlar çan çalar, Yahudiler de vakti şofar [genellikle koç boynuzundan yapılan bir çalgı] ya da trampetle bildirir. “İhtilaflar şehri Kudüs"te bazen öyle anlara tesadüf edersiniz ki, birbirine çok yakın noktalardan hem ezan, hem çan, hem de şofar sesi gelir. Bir Cuma akşamı Ağlama Duvarı'ndan yükselen seslerle, hemen üstündeki Mescid-i Aksa'da okunan akşam ezanının birbirine karışma anını izlemek, ciltler dolusu dinler tarihi okumaya bedeldir. 

'EZANIN YASAKLANMASI ŞOFARIN YASAKLANMASINA DA HUKUKİ ZEMİN OLUŞTURACAK'

İsrail'de ezan sesini kısmaya yönelik tasarıyla ilgili tartışmaları izlerken, aklıma ister istemez Kudüs'teki kaotik ortam geldi. “Fazla gürültü çıktığı" gerekçesiyle üç dinden birinin sesini susturma girişimi, neresinden bakarsanız bakın, tam bir çılgınlık. Dahası, bu haliyle yasalaştığı takdirde tasarının önce çan, ardından da şofar sesinin kısılması için hukuki gerekçe oluşturması mümkün. Nitekim İsrail Sağlık Bakanı Yaakov Litzman da durumdaki garabeti fark ederek tasarıya şerh koydu, yeniden görüşülüp tartışılmasının önünü açtı. Ezan sesiyle ilgili düzenleme, böylece biraz daha ertelenmiş oldu. 

Tartışmaların ilk başladığı günden beri Filistinliler ayakta. En son geçtiğimiz akşam, Kudüs'te binlerce kişi evlerinin damlarına ve çatılarına çıkarak hep bir ağızdan ezan okudu. İnsanın tüylerini diken diken eden, ezanın anlamı üzerine derinden düşündüren muhteşem bir manzaraydı. 

Resmi açıklamalar ve teknik detaylar ne yönde olursa olsun, ezan tasarısı özellikle Kudüs'te müslümanların 'görünür' ve 'duyulur' olmasını engellemeyi amaçlıyor. Filistinlilere yönelik hiçbir düşmanlık fırsatını kaçırmayan mevcut İsrail kabinesi, tasarıya destek vererek zaten gergin olan durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Yerleşimcilere yeni tavizler ve işgal fırsatları sunmayı da ihmal etmeden üstelik. 

'NETANYAHU KONTROLSÜZ ADIMLARINA SON SÜRAT DEVAM EDİYOR'

İsrail şu anda, tarihinin en provokatif başbakanı tarafından yönetiliyor. 1996-99'daki ilk başbakanlık döneminde, şimdiki Hamas lideri Hâlid Meşal'i Ürdün'ün başkenti Amman'da öldürtmeye kalkışacak kadar kendini kaybeden ve büyük bir diplomatik kriz yaratan Benyamin Netanyahu, kontrolsüz adımlarına son sürat devam ediyor. Terörle başladığı kariyerini, birçok zikzakların ardından Nobel Barış Ödülü'yle sonlandırmayı beceren Menahem Begin'in dengesizliklerini bile solda sıfır bırakan bir üslupla karşı karşıyayız. 

Netanyahu'nun sadece Filistinliler nezdinde değil, bütün dünyada da soğukluk hatta nefret uyandıran yönetim tarzı, yalnızca kişiliğinden kaynaklanmıyor. Siyasi atmosferi mümkün olduğunca gererek kendi halkını “düşman"a karşı birlik içinde tutmaya çalışan Netanyahu, yaklaşan ve kaçınılmaz olan büyük çözülmeden İsrail'i bu şekilde korumayı amaçlıyor. 

Askeri gücüne ve arkasındaki uluslararası desteğe rağmen, İsrail toplumsal ve siyasal olarak çözülmeye yol açacak olan üç büyük handikapla karşı karşıya. Tamamen kendi bünyesinden kaynaklanan ve dışarıdan müdahale gerektirmeksizin ülkeyi içten içe kemiren bu problemler: 

1) Seküler ve dindar Yahudiler arasındaki çekişme ve nefret, 

2) Aşkenazi, Seferad, Mizrahi ve diğer Yahudi grupların birbiriyle rekabeti; bunların adeta kast sistemini andıran şekilde bölünmüş olması, 

3) Yerleşimci işgalcilerin yarattığı askeri, siyasal, sosyal ve ekonomik gerilim. Ülke siyaseti, bu üç problem ve bunlardan kaynaklanan alt sorunlar elinde rehin kalmış durumda. Açıktan dillendiril(e)mese de, sık sık “Ortadoğu'nun tek demokrasisi" diye İslâm dünyasının başına kakılan 'İsrail projesi' çöküşe doğru sürükleniyor. 

İsrail'e yakından bakan ve ülkedeki gelişmeleri düzenli biçimde takip eden herkes, bu problemlerin artık tolere edilemeyecek boyutlara gelmeye başladığını görüyor. Netanyahu ve ekibi de görüyor. Son ezan yasağı girişiminde de olduğu gibi, Netanyahu hızla yaklaşan krizi öteleme adına Filistinlilere karşı düşmanlığı körükleyerek İsrail toplumunu zinde tutmaya çabalıyor. Gazze'ye uygulanan abluka, Filistinlilere reva görülen insanlık dışı muameleler, İsrail'in 'Siyonist' karakterinin sık sık vurgulanması vb. tamamen bu çerçevede anlaşılmalı. 

Tarihin bize öğrettiği bir gerçek var: Sosyal ve siyasal olarak kamplara ayrılan, toplumsal dokusu çatlayıp dağılan ülkeler, sadece askeri ya da teknolojik güçle uzun süre ayakta kalmayı başaramıyor. İsrail de, bu anlamda dikkat çekici ve ibret verici bir örnek olmaya doğru ilerliyor. 

Sosyolojik ve tarihsel dinamikleri hakkıyla okuyan az sayıdaki insaflı İsrailli bilim adamı, akademisyen ve aktivist, devletlerinin gidişatıyla ilgili bu tehlike sinyallerini fark etmiş görünse de, yaptıkları uyarılara kulak veren yok. Ancak tarih, çabalarını ve anlatma gayretlerini sabırla kaydediyor. Gelecek nesiller, Ortadoğu'nun başına gelen İsrail kazasına dair okumalar yaparken, onların bu döneme tuttuğu ışıktan bolca yararlanacak.