“Yakın tarih” yazı ve araştırmaları ne yazık ki hala ciddi bir şekilde yapılmıyor. Yalanlarla dolu resmi tarih sayesinde, medyada ve üniversitelerde olaylar çarpıtarak anlatılıyor. Suçlular temize çıkarılırken masum insanlar töhmet altında bırakılıyor. Suçsuz yere İstiklal Mahkemeleri ile idam edilen çoğu şeyh, hoca ve din görevlisi insanları savunması gereken kurumlar, pişkin pişkin olayları seyredip bir iki kelam etmeye dahi gayret etmiyorlar. O halde gerçekleri her yıldönümünü yaşadığımız bu günlerde haykırmaktan elbette çekinmeyeceğiz. Ta ki “evet, doğrusu budur” denilene kadar yazmaktan yorulmamak gerekir. Bazen tehditlerle yıldıracaklarını ve korkutacaklarını zannediyorlar. “Ölümüm denizden olsun, neticede geniş bir kabirdir” diyen Bediüzzaman’a talebe olmuş bir adam bunlardan korkar mı? Bu zata bir parça benzemeye çalışmak istifade ettiğimiz eserlere karşı nedir ki? Gerçekleri söylemek, hakkın ve doğrunun peşinden gitmek boynumuzun borcu olsun… Resmi tarih yalanlarının ortaya çıkmasını istemeyenler, yakın tarihimizin anlaşılmaması için çok çaba sarf etmişler hatta olduğunun tam aksi ile anlatmışlardır. İşte Menemen olayı da böylesine acı ve insanı kahreden bir meseledir. Zabıt ve kararları açıklanan ve tarihçilerin istifadesine sunulan bu dokümanlar içerisinde Genelkurmay Başkanlığı’nın önemli bir rolü var. Bundan sonra kimsenin bilgim belgem yok demeye hakkı yoktur bu mazeretleri tamamen ortadan kalkmıştır. Bu yazılar ve belgeler sonrasında birçok akademisyen ve tarihçi, yakın tarihimizle ilgili belgeleri daha bir başka bakış açısıyla incelemeli, resmi tarihin dışına çıkarak gerçekler üzerinde yoğunlaşmalıdır. İşte tarihin karanlıklarına hapsedilen Menemen’de yaşanan olaylar ile ilgili olarak 24 Aralık 2006 tarihinde önemli belgeler yayımlamış o dönemde Büyük Erkân-ı Harbiye Riyaseti olarak adlandırılan Genelkurmay Başkanlığı’na ait 26 Aralık 1930 tarihli belgeler işin içyüzünü net bir şekilde ortaya koymuştur. Hükümet tarafından yapılan ihmallere dikkat çekilen bu belgelerde; Genelkurmay Başkanlığı tarafından Menemen’e gönderilen üst düzey bir rütbelinin hadiseden üç gün sonra Ankara’ya ilettiği raporda Kubilay’ı öldüren Derviş Mehmet’in şüpheli hareketlerinin yetkili mercilerce bilindiği ifade edilmişti. Buna rağmen gerekli takibatın yapılmadığı; uzaktan seyirci kalınarak adeta “olay çıkmasına göz yumulduğu” anlaşılmıştı. Dokuz maddeden oluşan bu dört sayfalık raporda kendini Derviş Mehmet olarak tanıtan kişinin Manisa’da bir esrarkeş kahvesini mekân edindiği tespiti ile beraber Asteğmen Kubilay’ın haince bir kışkırtma sonucunda şehit edildiği ortaya çıkmıştı. İlçe Jandarma Komutanı olan Komutan Yüzbaşı Fahri, esrarkeş elebaşı Derviş Mehmed’le bir süre konuşmuştur. Bu konuşma kayıtlara; “ikna edemedi” şeklinde geçmektedir. Yüzbaşı Fahri, sessiz ve uysal bir şekilde geri çekilir. Sadece Alaydan asker istemekle yetinir. Alay da askerliğini yapmakta olan öğretmen Kubilay’ı çok küçük bir müfreze ile gönderir. Gönderir lâkin Asteğmen Kubilay’da silâh, askerlerinde ise mermi yoktur. İşin kötüsü onları kurbanlık koyun gibi ileriye süren Yüzbaşı Fahri hakkında hiçbir işlem yapılmamıştır.