Türkiye’nin önemli düşünürlerinden yazar Atasoy Müftüoğlu ile Mahya Yayınları arasında çıkan yeni kitabı, “Hakikat Bilincinin Kaybı” üzerine çok çarpıcı bir röportaj gerçekleştirdik. Kitabın içerisinde sorduğumuz hayati sorulara Atasoy Müftüoğlu, çok çarpıcı cevaplar verdi.  Müftüoğlu zaman zaman yapmış olduğu çalışmalardan dolayı tehdit aldığını dile getirerek; ‘Eleştirel bir çevre üzerinde çalıştığım için elbette çok ilkel / partizan/ bağnaz/ tehditler alıyorum’ dedi.   

Röportaj: Ziya Gündüz

Atasoy ağabey, söyleşimize kitabın adından başlayalım. “Hakikat Bilincinin Kaybı” ne anlama geliyor. “Hakikat Bilincini” kaybettiğimizde neleri kaybetmiş oluyoruz?

Hakikat bilincinin kaybıyla birlikte, her şeyden önce kendimizi kaybediyor,  sözde / sahte / kopya / taklit ve yabancı kendiliklerle bütünleşiyor, hayatımızı nitelikli ve varoluşsal farkındalıklara sahip olmadan, sahip olma ihtiyacı duymadan sürdürüyoruz. Sözde-sahte-kopya-taklit kendiliklere sahip olduğumuz için,  bir başka irade / güç tarafından kolaylıkla araçsallaştırılabiliyor,  sömürgeleştirilebiliyoruz. Kolaylık araçsallaştırılan bir bünye, kendisini araçsallaştıran irade nasıl dönüşmesini istiyorsa, nasıl görmesini istiyorsa, nasıl yaşamasını istiyorsa o doğrultuda hareket ediyor, hiç bir şeye direnemiyor. Kolaylıkla araçsallaştırılabilen, sömürgeleştirilebilen bir bünye, bir toplum, bir kültür hayatın her alanında mülksüzleştirilebiliyor. Kendisine ait özgün/ bağımsız bir dil’e, bilgiye, kültüre sahip olamıyor.   Hakikat bilincini kaybettiğimizde, neyi kaybettiğimizin farkına bile varamıyoruz. Bugün, biz Müslümanlar, neyi kaybettiğimizin farkına varmadan, sanki hiçbir şey kaybetmemiş gibi hayatlarımızı büyük sıradanlıklarla, büyük sürülerle sürdürmeye devam edebiliyoruz.

SEKÜLER MUTLAKIYETÇİLİK KENDİSİNİ AYDINLANMA İDEOLOJİSİ YOLUYLA, IRKÇI BİR İDEOLOJİ YOLUYLA TOPLUMLARIMIZA DAYATTI

Peki, kitabınızda sekülerizmin bir rakibi yok diyorsunuz. Neden sekülerizmin bir rakibi yok?

Hakikat bilincini kaybederek dışarıdan / yukarıdan / tepeden her türlü müdahaleye açık hale geldiğimiz için, seküler mutlakıyetçilik kendisini Aydınlanma ideolojisi yoluyla, ırkçı bir ideoloji yoluyla toplumlarımıza dayattı. Bu mutlakıyetçilik askeri / siyasal / kültürel sömürgecilik yoluyla evrenselleştirildi.  Bizler, sahte sözde kendiliklerle hayatlarımızı, düşünme / araştırma / tahkik etme /  sorgulama yükümlülüğünü taşımadan, büyük bir konformizm içerisinde sürdürdüğümüz için, sekülerizmin Avrupa kültür / tarih ve uygarlığını bütünüyle kendisine özgü, çok özel bir tecrübesi olduğunu ne yazık ki anlayamadık, anlayamadığımız için de kimseye anlatamadık. Bugün, bu nedenle seküler mutlakıyetçiliğe katlanıyor, İslami göreliği ne yazık ki, utanç verici bir şekilde içselleştirebiliyoruz. 

 Kitapta altı çizilmesi gereken birçok konu var. Bu konulardan birisi de ahlak.  Müslümanlar, ahlaki bakış açısını neden ve niçin kaybettiler?

Hakikat bilincinin kaybetmeseydik, hayatlarımızı varoluşumuz, mücadelemizi mutlak bir bilinç kaygısı içerisinde geçiriyor olacaktık. Biz bugün, bilinç sözcüğüne / hassasiyetine, eleştiri sözcüğüne ve hassasiyetine, muhalefet sözcüğüne ve hassasiyetine bütünüyle yabancılaşmış bir iklimde yaşıyoruz. Bilinç sözcüğü, eleştirisi sözcüğü, muhalefet sözcüğü, tehdit ve tehlike içeren bölücü sözcükler olarak algılanabilir.  Eğer, hayata bilinçli tercihlerle katılıyor, hayatı bilinçli ilkelerle yaşıyor olabilseydik, her şeyden önce kapitalist/ liberal / seküler yasalar / yapılar / kavram ve kurumla ilişkilerin belirleyici ve tayin edici olduğu siyasal bir düzenin, ekonomik bir düzenin, hukuki bir düzenin vazgeçilmez bir parçası haline getirildiğimizi algılayacak ve takiben İslami anlamda bu düzene yönelik olarak bir direniş iradesi / kültürü ortaya koyabilecektik.   İçerisinde yaşadığımız kapitalist / liberal ve seküler düzenin hiçbir şekilde, hiçbir zaman ve hiçbir yerde ahlaka ihtiyacı yoktur. Eğer ahlaki bir iradeye ve belirleyiciliğe sahip olabilseydik zaten böyle bir düzene mecbur ve mahkûm olmayacaktık. Ahlaksızlık, ahlaki çölleşme, yabancılaşma, yozlaşma bu düzenin tabii bir sonucudur. İslami ahlak, yalnızca bireysel / içsel dindarlığın sınırları içerisinde ne kadar temsil edebiliyorsa, o kadar yaşayabiliyor. Kamusal alanda, bugün hiç kimse ahlaki temelde, ahlaki hassasiyetler içerisinde, bir tek eleştiri cümlesi kuramıyor.

BİZ MÜSLÜMANLARIN BUGÜN, HAYATIN VE TARİHİN İÇERİSİNDE Kİ MEVCUDİYETİMİZ, BİLİNÇSİZ BİR MEVCUDİYETTİR

Kitabınızda bağımlı zihin dünyasından söz ediyorsunuz. Bağımlılıktan / taklitten / kopyadan kurtulmak için,  ne yapmalıyız?

Biz Müslümanların bugün, hayatın ve tarihin içerisinde ki mevcudiyetimiz, bilinçsiz bir mevcudiyettir. Bilinçli bir mevcudiyete sahip olabilseydik eğer hiçbir şeyin yolunda gitmediğini görüyor ve önlemler almaya çalışıyor olacaktık. İslam’ın tarihten alıkonulduğu günden buyana, koşullara / zamana / çıkarlara / konjonktüre, sözde gerçekliklere göre, eğilip bükülebilir, her durumda, her dayatmayla uzlaşabilir, bütünleşebilir yorumlar icat ederek çok gri hayatlar, gri akıbetler içerisinde yaşamaya devam edebiliyoruz.  Bağımlılıktan, taklitten, kopyadan kurtulabilmek için, düşünen Müslümanların çok büyük bir tarih felsefesi perspektifine, bilinç tarihi perspektifine,   entelektüel tarih bilinci perspektifine sahip olarak, tarihte neler olup bittiğine ilişkin çok kapsayıcı, çok ikna edici, çözümlemeler yapmaları gerekiyor.  Müslümanların hem içe doğru, hem dışa doğru tarihsel hesaplamalar yapmadıklarını,  yapamadıklarını biliyoruz.  Müslümanlar, İslam dünyası toplumları,  akla / bilgiye / dünyaya / tarihe / felsefeye / düşünceye yabancılaştıkları ve bütün bunları tahfif ettikleri günden bu yana, dünya vizyonlarını ve misyonlarını bütünüyle kaybederek tarihin nesnesi haline geldiler.  Bizim bugün yaşadığımız düşüşün asıl nedeni kendi ölümcül zaaflarımızdandır. Başkalarını suçlayarak,  emperyalistleri / sömürgecileri suçlayarak,  bu zaaflarımızı örtbas edemeyiz.  Bugün, içe doğru hesaplaşma,  dışa doğru (Batı’ya yönelik) hesaplaşmadan çok daha önemlidir. Toplumlarımız bugün, hala kendilerini etkisiz kılan, edilgin kılan, etkisizliği kader haline getiren, edilginliği kader haline getiren,  dini popülizm ve politik popülizm uyuşturucuları almaya devam ediyor. Bu iklimden bağımsız / gerçek bir gelecek umut çıkmaz, çıkarılamaz.

 

NEONURCULUK, AMERİKANCI NURCULUK DEMEK,  AMERİKAN ÇIKARLARININ HİZMETİNE GİREN NURCULUK DEMEK

Kitabınızda 15 Temmuz Darbe Hıyaneti’nden de söz ediyorsunuz. 15 Temmuz Darbesi ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyim?

Otuz yıldan bu yana, kendi kavramsılaştırmam temelinde Neonurculuk denen bir olaydan söz ediyorum,  bir akımdan, bir zihniyetten söz ediyorum. Neonurculuk, Amerikancı nurculuk demek,  Amerikan çıkarlarının hizmetine giren nurculuk demek. Neonurculuk bir Amerikan projesiydi.  Eğer Müslümanlar, hayatlarını bilinçli ve geniş ufuklu / geniş görüşlü bir dünyada idrak ediyor olsalardı, bu projenin ne yapmak istediklerini bütün boyutlarıyla görebilirlerdi. Ancak, toplumumuzda, bütün Müslümanlar dini ve politik popülizm yoluyla, vülgarize edilmiş, mistifikasyona tabi tutulmuş bir din algısı yoluyla çok derin uyuşturucular aldıkları için, halen bu yollarla bu uyuşturucuları almaya devam ettikleri için, 15 Temmuz’u hazırlayan süreçleri öngöremediler. Bu konuda herkesin derece derece sorumlulukları olduğunu bilmek gerekir. Sözünü ettiğimiz Amerikan projesi yoluyla İslam göreli hale getirilmek isteniyordu, getirildi. Yine bu proje yoluyla İslam,  alt kültür grupları, etnik-mezhepçi gurupların sınırları içerisinde hapsedilmek isteniyordu. Bu da gerçekleştirildi. Bu proje yoluyla, Müslümanlar kendi içlerinde çatıştırılmak isteniyordu, bu da gerçekleştirildi. 15 Temmuz darbe girişimi, çok korkunç bir girişimdi. Ancak, bu girişimi hazırlayan koşullar, zihniyet ve anlayışla hiçbir şekilde hesaplaşılamadı. Darbenin daha çok fiziksel tahribatı üzerinde konuşuyor ve asıl hesaplaşılması gereken zihniyet hep ihmal ediyoruz.

ELEŞTİREL BİR ÇEVRE ÜZERİNDE ÇALIŞTIĞIM İÇİN, ELBETTE ÇOK İLKEL / PARTİZAN / BAĞNAZ / TEHDİTLER ALIYORUM

Kitapta cemaat yapılarına ve onların başındaki üstadlara yönelik eleştirileriniz var. Bu tür eleştirilerden dolayı cemaat mensuplarından her hangi bir tenkit veya tehdit alıyor musunuz?

İslam dünyası toplumlarında düşünsel / kültürel / entelektüel / bilimsel / felsefi meşruiyetin yerini, karizmatik meşruiyetin aldığını ve bu meşruiyet biçiminin toplumları düşüncesizleştirdiklerini söylüyorum. Düşüncesizleştirilen toplumlar daha çok hamaset yoluyla yönlendiriliyor. Politik ya da din’i karizmatik figürlerin otoritesi ilgili toplumlarda ve kültürlerde bir tür zihinsel köleleşmeye neden oluyor.  Bu konularda eleştirel bir dikkate davet ettiğim için, eleştirel bir çevre üzerinde çalıştığım için elbette çok ilkel / partizan/ bağnaz/ tehditler alıyorum.

GEÇMİŞ BİR PUT DEĞİLDİR, MÜSLÜMAN OLMAK DEMEK, ANTİKACI OLMAK DEMEK DEĞİLDİR

İslam dünyası toplumlarının içe,  geçmişe, geleneğe kapanmaları neticesinde modern meydan okumaları karşısında savunmasız kaldığını söylüyorsunuz. Bu konuya kitabınızda ve konuşmalarınızda sık sık değinmektesiniz. Bir takım insanlar bu durumdan sizin geçmişi ve geleneği red ettiğinizi iddia ediyorlar. Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyim?

Geçmişti tekrar ve taklit etmeye devam ettiğimiz taktirde kendi zamanımızı gereği gibi idrak edemeyeceğimizi söylemeye çalışıyorum. Geçmişte neler olup bittiğini söylemekle, bugün neler yapmamız gerektiğini konuşmak ayrı ayrı şeylerdir. Geçmişte iyi şeyler olduğu gibi, kuşkusuz kötü şeylerde olmuştur.  Önemli olan iyi şeylerle kötü şeyleri birbirinden ayırabilecek bir tarih bilincine sahip olmaktır.  Eğer Müslümanlar, zamanla bütün dünyayı, her alanda etkileyen, değiştiren, alt üst eden büyük dönüşümü takip ediyor olsalardı, büyük dönüşümle ilgili neler yapılması gerektiğini konuşuyor olsalardı, bu konuda alınması gereken önlemler üzerinde çalışmış olsalardı, muhtemelen bugün aynı noktada olmayacaktık.  Büyük dönüşüm yoluyla bütün dünyada kültürlerin batıllaştırıldığı, kültürel fetihlerin yapıldığı bir dönemde İslami dini hayat “taharetlerin edepleri” üzerinde tartışmalar yapıyor, eserler üretiyordu. Sözünü ettiğim dönemde, büyük dönüşüm dünyayı her alanda ele geçirmek üzere olduğu dönemde, Osmanlı ülkesinde ulema bir taraftan “mehdi” bekliyordu bir taraftan da kıyamet beklentisi içerisindeydi. Geçmiş bir put değildir, Müslüman olmak demek, antikacı olmak demek değildir. Herkes, bugün Müslümanlar olarak, yirmibirinci yüzyıl için ne söylüyoruz, nasıl söylüyoruz, yirmibirinci yüzyıl için ne yapmalıyız, neler yapabiliriz sorularına cevap vermeye çalışmalıdır.

KÜRESEL ENTELEKTÜEL TARTIŞMALARA KATKIDA BULUNACAK TEK BİR DÜŞÜNÜRÜMÜZ YOKTUR. 

Sık sık yeni bir dil inşa etmek gerektiğinden söz ediyorsunuz.  Yeni bir dil inşa etmekten kastınız nedir?

Bugün, bütün İslami camiayı içerisinde alacak şekilde söylüyorum. Kullandığımız, İslami olduğunu düşündüğümüz din dilinin bugünün dünyasında hiçbir yankısı yoktur. Bizim kullandığımız dil kimsenin umrunda bile değildir. Düşünce hayatımız, kültür hayatımız, ilahiyat hayatımız, edebiyat sanat hayatımız büyük bir yoksulluk ve yoksunluk içerisindedir. Hiç birimiz kültürel / folklorik / romantik / nostaljiyi aşmayı başaramıyoruz. Küresel entelektüel tartışmalara katkıda bulunacak tek bir düşünürümüz, entelektüelimiz yoktur.  Türkiye’de Müslümanların tek kamusal düşünürleri yoktur. Asıl dikkat edilmesi gerekirken, hiç dikkat etmediğimiz bir hususa temas etmek istiyorum; bu durum utanç verici bir durumdur. Böyle bir mağlubiyet, mağduriyet duyulmamış ve görülmemiştir. Bugünün dünyasında, İslami hiçbir sözcüğün, İslami hiçbir kavramın, kurumun, tarzın, tavrın, yapı’nın, modelin otoritesi yoktur, itibarı, yoktur. Pek çok kavramın otorite ve itibar kaybı sebebiyle gündemden düştüğünü görmüyor ve anlamıyoruz. Bugün, hangimiz aziz “Şeriat” kavramını bütün boyutlarıyla hakkını vererek, anlamını somutlaştırarak, meşruiyetini savunarak gereği gibi kullanabiliyoruz. Bugün, kullandığımız dil İslami bütünü oluşturamıyor,  temsil edemiyor, tecrübe edemiyor. Bu dil, İslam’a dünya vizyonu kazandıramıyor. Bilmek gerekir ki, kullandığımız dilin gerçek dünyada hiçbir karşılığı yoktur.

STATÜKOYLA BİRLİKTE SÜRÜNMEK, BÜYÜK BİLİNÇSİZLİĞİN, BÜYÜK SÜRÜNÜN BİR PARÇASI OLMAK DEMEKTİR

Son olarak konu hakkında neler söylemek istiyorsunuz?

Mutlak bilinci seçmek tam ve eksiz bir kendilik ve sahicilik ister. İslami bir mücadele, önce zihinsel mücadele,  statükonun akışına karşı düşünmeyle başlar.  Statükoyla birlikte sürünmek, büyük bilinçsizliğin, büyük sürünün bir parçası olmak demektir. Sıradanlığı seçmek, kolaycılığı seçmek, rahatı seçmek, hakikate ve mücadeleye yabancılaşmakla sonuçlanır. Geleneğin, göreneğin, konformizmin zincirlerinden bağımsızlaşmadıkça bugünü etkileyecek hiç bir şey yapamayız.  

Atasoy Müftüoğlu kimdir?

1942’de Trabzon, Çaykara’da doğdu. Ankara, Polatlı’da ilkokula başladı, Cebeci Ortaokulundan mezun oldu. Ankara, Atatürk Lisesinde başlayan lise öğrenimini değişik illerdeki liselerde tamamladı. Bir süre vekil öğretmenlik yaptı. 1966 yılında ailesiyle birlikte Eskişehir’e taşındı. 1971 yılında Eskişehir’de Deneme adlı bir edebiyat dergisi yayınladı.
Çalışmaları

Büyük Doğu, Yeni İstiklal dergilerinde ve Yeni İstanbul gazetesinde çeşitli aralıklarla yazılar yazdı. 1969’dan itibaren zaman zaman Edebiyat dergisinde, 1976’dan itibaren de Mavera dergisinde yazdı. 1980’de Yeni Devir gazetesinde daha sonraları da Selam gazetesinde köşe yazıları yazdı. 1980’den itibaren İngiltere, İran, Pakistan, Hindistan, Almanya, İsviçre ve Fransa’da çeşitli uluslararası konferans, seminer, sohbet ve etkinliklere katıldı. Çalışmalarına hâlen Eskişehir’deki evinde devam etmekte, sık sık yurt içi ve yurt dışında düzenlenen toplantı, seminer ve konferanslara katılıp konuşmalar yapmaktadır.

Eserleri

·           Firak (1978)

·           Vakti Kuşanmak (1982)

·           Furkan Günleri (1985)

·           Tevhidî Gerçekliğin Işığında (1986)

·           Rahmanın Ayetleri Karşısında (1988)

·           Vahyin Kılavuzluğu Altında (1988)

·           Bunca Tuğyan Bunca Issızlık (1989)

·           Söyleşiler (1989)

·           Göklerin ve Yerin Dili (1990)

·           Yeni Bir Tarih Şafağı (1992)

·           Bilinç Işıklarını Yakmak (1994)

·           İlahi Şiarları Özgürleştirmek (1997)

·           Ümmet Bilinci (1998)

·           Evrensel Vicdanın Sesi Olmak (1998)

·           Küresel Kuşatma ve Küresel İhtiraslar (2002)

·           Barbarlığa Dönüş (2004)

·           Düşsel Ufuklardan Gerçek Ufuklara (2005)

·           Onurumuzla Yaşamak Elimizdedir (2007)

·           Sözün Erimi (2008)

·           Yeni Bir Zamanı Başlatmak (2010)

·           Zamanın Sınavından Geçmek (2010)

·           Küresel Çağda Kaybolmak (2011)

·           Küresel Çağda Varolmak (2012)

·           Teslimiyetçilik Kader Değildir (2013)

·           Ağır Hasarlı Algılar (2014)

·           Varoluşsal Kaygılar (2014)

·           Varoluşsal Belirsizlikler (2015)

·           Putlarını Kıramayan Kabileler (2016)

·           Hakikat Bilincinin Kaybı (2017)