24 Kasım'da Avrupa Parlamentosu (AP), 479 oyla Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerinin geçici olarak durdurma kararı aldı. Bu kararın alınmasında ise Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ortaya çıkan durum ve OHAL uygulamasının getirdiği şartlar sebep olarak gösterildi. 

AP'de alınan karar AB Konseyi ve üye ülke yönetimlerine sadece siyasi anlamda mesaj niteliği taşıyor. Bu adımdan sonra AB Bakanı Ömer Çelik, "Karar bizim için yok hükmündedir. Bize mesaj vermek isteyenler bu parlamento kararıyla verdikleri mesajın Kapıkule Sınır Kapısı'ndan içeri girmeyeceğini bilsinler. Bu mesaj hiçbir şekilde kulak vereceğimiz bir mesaj değil" dedi. 

'Müzakereler durdurulsun' kararı ile başlayan tartışmanın yankıları halen devam ediyor. 

Akşam Gazetesi yazarı Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu, bugünkü köşesinde kaleme aldığı "Türkiye-AB ilişkisinde gerçekler…" başlıklı yazıda "Türkiye-AB arasındaki ilişkinin esasını AB’nin Türkiye için benimsediği siyasal ajanda belirlemektedir. Bu ajandada tam üyelik yoktur" dedi. 

İşte Prof. Hacısalihoğlu'nun yazısından satır başları: 

Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye hakkında aldığı AB'ye üyelik müzakerelerinin askıya alınması kararıyla başlayan tartışma, Avrupa Birliği (AB) – Türkiye ilişkisinin tekrar sorgulanmasına yol açtı. Aslında bu ilişki; her daim tartışmalı, kalıplaşmış yandaşlık ve karşıtlık üreten, sorgulaması hiç eksilmeyen bir ilişki biçimidir. Bu durum da kaçınılmazdır çünkü Türkiye-AB arasındaki ilişkinin esasını AB’nin Türkiye için benimsediği siyasal ajanda belirlemektedir. Bu ajandada tam üyelik yoktur. Bu ajanda da Türkiye’yi AB’nin içine almadan kapısında tutabilmenin stratejik yol ve yöntemleri vardır. Aslında AP’nin kararı bu ajandanın içeriğiyle çelişkili değildir. Zira sahte ve yanıltıcı bir müzakere sürecinin yolunun tam üyeliğe çıkmayacağını bilenler açısından AP’nin kararında şaşırtıcı bir durum yoktur.

'KIBRIS SİYASİ BİR KOZ OLARAK HER ZAMAN KULLANILDI'

Ortada gerçek olan durum; Türkiye’nin müzakere sürecinin fiili olarak yürütülemediğidir. Bunun sebebi taraflar arasında uyumlandırma veya AB standartlarına uygunluğa yönelik aksamalardan kaynaklanmıyor. Asıl neden AB’nin siyasi beklentileridir. Bunun başında da Kıbrıs meselesi geliyor. Üstelik Kıbrıs’ı mesele haline getirende doğrudan AB’dir. Kıbrıs konusunda tüm adayı temsilen Rum tarafını Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla tam üye yaparak, hem kendi hukukunu hem de uluslararası hukuku çiğnemiştir. Zira AB’nin kendi hukukuna göre sınır sorunları çözülmemiş ülkelerin tam üyeliğinin mümkün olmaması gerekirken bu durum yok sayılmıştır. Diğer yandan BM nezdinde gerçekleşen 1959 ve 1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarına göre Kıbrıs’ın Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’dan oluşan üç garantör ülkesi vardır ve bu ülkelerin hepsinin birlikte yer almadığı herhangi bir birliğe Kıbrıs’ın üye olması mümkün değildir. AB, uluslararası hukuk kimliği kazanmış bu durumu da hiçe saymıştır. Fiilen bölünmüş olan adanın birleşmesi için çok uğraşılmış, Annan Planı adıyla bir bütünleştirme projesi adanın iki yakası arasında referanduma sunulmuş, Türk tarafı evet demesine rağmen Rum tarafının hayır demesi üzerine reddedilmiştir. Tüm bu gerçeklere rağmen AB Türkiye’yi tam üye yapmamak adına Kıbrıs meselesini siyasi bir koz olarak her zaman kullanmıştır.

2005 yılında Türkiye ve Hırvatistan birlikte müzakere sürecine başlamış, Hırvatistan 2013’te tam üye olmuş, Türkiye için daha bir elin parmakları kadar etmeyen müzakere başlığı açılmamış, açılanlar ise kapanmamıştır. Aslında bu durum da şaşırtıcı değildir. Zira aynı yıl müzakerelere başlamalarına rağmen Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesi(MÇB), önceki adaylardan ve Hırvatistan’ın kinden farklı kaleme alınmıştır. Bu durumu da AB, Türkiye’nin MÇB’sinin sonuna eklediği “ Müzakere Çerçeve Belgesi beşinci genişleme, müktesebat ve Türkiye’nin özel koşulları ile özgünlüğü düşünülerek hazırlanmıştır” ifadesiyle açıkça dile getirmiştir.

'AB TÜRKİYE'Yİ KAPISINDA DEMİRLEMESİNİ İSTEMİŞTİR'

Nitekim adı geçem MÇB’nin birçok paragrafında Türkiye’nin gerçek anlamda tam üyeliğinin olamayacağına yönelik kuvvetli deliller vardır. Örneğin MÇB de ; “müzakerelerde ortak hedefin katılım olduğu, müzakerelerin sonuçlarının önceden garanti edilemeyen açık uçlu süreçler olduğu” yazılıdır. Katılımın nasıl bir katılım türü olacağı açık değildir. Yani açıkça ortak hedef tam üyeliktir denilmemiştir. Nitekim AB, Türkiye söz konusu olduğunda, kuvvetlendirilmiş komşuluk ilişkisi, derinleştirilmiş gümrük birliği üyeliği, özel statülü üyelik gibi çok sayıda sözde katılım modeli peydahlamıştır. Esasen tam üyelik aldatmacası altında Türkiye’yi AB’ ye tam üye yapmadan kapısına demirlemesini istemiştir. Bu durumu da MÇB de; “AB’nin hazmetme kapasitesi bulunmaktadır, Türkiye yükümlülükleri yerine getiremez ise Türkiye’nin AB yapılarına mümkün olan en güçlü bağla tam olarak demirlemesi sağlanmalıdır” şeklinde ifade edilmiştir. Üstelik aynı belgede Türkiye için serbest dolaşım hakkı öngörülmeyerek, daha önce hiçbir aday için yapılmayan bir muameleye tabi tutulmuş, AB hukukuna aykırı biçimde ayrımcılık yapılmıştır. Bu bile tek başına AB’nin Türkiye için tam üyelik dışı bir modeli öngördüğünü ortaya koyar.

Tüm bunların ışığında açık olarak ortadadır ki, AB tam üyelik süreci Türkiye için sonuçsuz bir çabanın seyridir. Bunun için kendimizi üzmeye, paralamaya gerek yoktur. Biz her alanda standartlarımızı yükselterek yolumuza, hedefimize kilitlenmeliyiz… O hedef güçlü Türkiye hedefidir…