Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 14 Kasım'da Milli Tarım Projesi Toplantısı'ndaki konuşmasında Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz'un "İdam geri gelirse, AB müzakeleri durur" sözlerine sert yanıt vermiş, "Bakıyoruz 'Müzakereleri durdururuz' diyorlar. Geç kaldınız ya. Hemen kararınızı verin. Ben de Cumhurbaşkanı olarak diyorum ki, yıl sonuna kadar sabredelim. Sonra millete gidelim. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil mi?" ifadelerini kullanmıştı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından sonra İngiltere'de halkın AB'ye vetosu, 'Türkiye'de de tekrarlanır mı' sorusu tartışılmaya başlandı.

Akşam Gazetesi yazarı Vedat Bilgin, kaleme aldığı bugünkü köşe yazısında Türkiye'de tartışılan AB konusuyla ilgili "Müzakerelerin başlamasından bu tarafa AB ülkeleri kendi akıllarınca belli bir strateji oluşturup Türkiye’yi üyeliye götürecek bir süreci değil üyeliye kabul edilmemesini ortaya koyan bir yol izlemişler ve bunu da saklamamışlardır" dedi. 
 
İşte Bilgin'in yazısından satır başları: 

Elbette Türkiye AB üyesi olmadığı için İngiltere’nin yaptığını yani BREXİT oylaması yapması söz konusu değil fakat Türkiye’nin de bitmez bir masala dönen üyelik müzakere sürecini bu şekilde sürdürmesi artık anlamsız hale gelmiştir.

Türkiye AB ilişkileri nereye gidiyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan AB’ye süre verip konuyu halk oylamasına götüreceğini söyleyince ne olacak? Bu tavır aslında AB ülkelerinin çoktan üyelik müzakerelerini özellikle Türkiye’nin iç işlerine karışma, müdahale etme aracı haline getirmelerine artık müsaade edilmeyeceğini ortaya koyan bir tavırdır. Müzakerelerin başlamasından bu tarafa AB ülkeleri kendi akıllarınca belli bir strateji oluşturup Türkiye’yi üyeliye götürecek bir süreci değil üyeliye kabul edilmemesini ortaya koyan bir yol izlemişler ve bunu da saklamamışlardır.

NEYİN MÜZAKERESİ?

Türkiye’nin Batıcı kadrosu ülkeyi Avrupa’ya katmak için Tanzimat’ı alırsak yüz elli yıldan bu yana bir tutkuyla canla başla çabalamaktadır. İmparatorluk dönemi Batıcı-bürokratlarının bu tavırlarının yanlışlığı ortadadır, buldukları çıkış yolu İmparatorluğu önce yarı sömürgeleşme sürecine sokmuş sonra tasfiye edilecek hale getirmiştir. Buna rağmen onların Batılılaşma ideolojisine sarılmalarını, bir çaresizlik psikolojisi olarak anlamak dahi mümkündür.

Sanayi çağına adım atmış Batı karşısında, İmparatorluğu korumacı iktisat politikalarıyla, başka bir yönelişe sokmak, hiç olmazsa belli sektörlerde ekonomiyi güçlendirerek rasyonel bir seçim yaparak ekonominin tarımsal karakterini dönüştürecek bir arayış yerine, üstelik de en sanayileşmiş Batı ülkesi olan İngiltere ile serbest ticaret anlaşması yapmak tam bir felaket senaryosunu kabul etmek demekti. İmparatorlukta bu iktisat öncesi mantığın ideolojik sebeplere, belli bir psikolojiye dayanarak Batılılaşma aşkına bu tercihin yapması İmparatorluğun bazı alanlarda kurduğu sanayi tesislerinin de işlemesini imkânsız hale getirmişti.

Bu tecrübeye rağmen İmparatorluk sonrasında aynı hataların yapılması mümkün müdür? Evet, Cumhuriyet döneminde de belli zamanlarda ithalata dayalı büyüme denilebilecek yanlış iktisat politikalarının uygulanmasına şahit olunmuştur. Meselenin sadece ekonomik olmadığını esas problemin ideolojik ve politik olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Türkiye’nin Batıcı-bürokratları kendi zümresel konumlarını bu ideoloji sayesinde ürettikleri için kaçınılmaz bir şekilde politik olarak da ‘Batı vesayetini’ kabul etmişler aralarında onunla organik bir bağ tesis etmişlerdir.

VESAYET ARACI

AB sürecini tartışırken meseleyi tarihsel bir yere taşımak tesadüfi bir durum olmadığı gibi bir tercih de değildir. “Çünkü Türkiye AET’den bu yana meseleyi hep o kadronun Batıcı-bürokratik elitlerin ideolojik hassasiyetleri ve politik tutumları üzerinden ele almaktan kurtulamamıştır. Bunun anlamı meselenin rasyonel temelli girdi ve çıktılarını ortaya koyan, zaman ve durumla kayıtlı bir problem haline getirilememiş olmasıdır.”

Bu eleştiriler yapılınca AB karşıtlığı gibi bir suçlama dili üretip Batıcı kadroların Batı vesayetini savunma yaklaşımları da örtülmüş olmakla kalmayıp, politik iktidarlar üzerinde baskı yaratılıp tabiri caizse AB baskısı vasıtasıyla seçilmiş iktidarlar hizaya sokulmaya çalışılmaktadır.

‘AB çıpası olmasaydı Türkiye hızla demokrasiden uzaklaşmaz mıydı?’ Neredeyse kimsenin itiraz etmediği bu saçma soru, aslında bir toplumda demokratikleşme sürecinin nasıl başladığı, demokrasinin toplumsal farklılaşmalarla ilişkisi, sınıfsal yapılardaki değişim, köylü toplumsal yapıların dönüşümü, şehirleşme hatta metropolleşmeyi üreten ekonomik dinamikler gibi demokratikleşmeyi yaratan bütün sosyolojik süreçler yok sayılmakta, iş AB sürecine bağlanmaktadır. Bu kafa, Türkiye’nin bütün demokratikleşme reformlarının batıcı kadrolara, yani Batıcı zihniyete karşı yapıldığının farkında değil midir?

Bugün Türkiye kendisini tam üyeliğe götürmeyecek müzakerelere artık tahammül etmeyeceğini ortaya koymuştur. Açıkça söylenen şudur; müzakere süreci adı altında Batı vesayetini sürdürme arayışlarınıza izin veremeyiz, bu süreci üzerimizde bir baskı aracı olarak kullanamazsınız!