Kur’ân-ı Kerim, Son Elçi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) insanlığa ulaştırdığı en yeni ilahî mesajdır. Bundan sonra başka bir mesaj gelmediği ve gelmeyeceği için aradan geçen asırlara rağmen hep en yeni olarak kalacaktır. Bu mesaj, Hz. Peygamber üzerinden bize ulaştığı için onun da mesajıdır. İlke olarak Hz. Peygamber’in hayatının ve düşüncelerinin son ilahî mesaja aykırı olması düşünülemez. Zira Hz. Peygamber yaşadığı sürecevahiy üzerinden Allah’la teması devam ediyordu. İlahî iradenin uygun görmediği bir söz ya da davranışı pekâlâ düzeltilebilirdi. Hatta vahiy gelmeye devam ettiği için nüzul döneminde sadece Hz. Peygamber’in değil, ona inananların ve inanmayanların dahi vahiyle teması söz konusudur. Çünkü nübüvvetin başlangıcından Hz. Muhammed’in (s.a.s.) vefatına kadar geçen yirmi üç yıl boyunca vahyin dönemin gelişmeleriyle ilişkisi devam etmiştir. Hz. Peygamber, yaşadığı dönemde karşılaştığı her soruya ya da soruna bir cevap vermeye çalışmış; ancak vahiy devam ettiği için cevapları onaya veya düzeltilmeye açık olmuştur. Onun söz ya da fiilleri vahyin alanını ilgilendirdiği zamanlarda vahiy onu onaylamış ya da düzletmiştir. Kendisine bırakılan alanla ilgili cevapları ise ilk dönemden itibaren Müslümanlar tarafından önemsenmiş, onun izinden giderek iyi bir Müslüman olmak, Müslümanların Allah rızasını kazanma yollarının başında gelmiştir. Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde onun mesajı nasıl anladığı ve nasıl yaşadığı Müslümanlar tarafından ilgiyle izleniyordu. Vefatından sonra bu ilgi, onun söz, fiil ve uygulamaları etrafında hadis ilimleri gelişmesini sağladı. Hadisleri tespit etmeye çalışan insanların öncelikli amacı Hz. Peygamber’in uygulamasını anlamaya ve yaşamaya matuftu. Bu çaba çerçevesinde saygın bir gayret gösterildiği göz ardı edilmemelidir. Geçmişte ortaya konan miras, Hz. Peygamber’in mesajını anlamaya dair son nokta olmadığı gibi bu çaba halen devam etmektedir. İlerleyen zamanlarda Müslümanların kendi aralarındaki ihtilaflar ve -başlarda çoğu siyasî olan- sorunlar çerçevesinde ortaya çıkan tartışmalarda iddialarını temellendirmek isteyen bazı kişi ve gruplar Kur’ân’a ve hadisi araçsallaştırabilmişlerdir. Böylece Hz. Peygamber’den gelen ve “eser” dediğimiz kültürel miras ya bağlamı dışında kullanılabilmiş ya da eklemeler ve çıkarmalar yapılmak suretiyle müdahalelere maruz kalmıştır. Günümüz Müslümanı bu durumun farkında olmalı, ancak karşı karşıya olduğu sorunlar, onu Hz. Peygamber’in mesajından uzaklaştırmak yerine mesajı doğru anlayıp yaşamak için daha çok çaba harcamaya teşvik etmelidir. Hz. Peygamber’in doğup büyüdüğü toplum genellikle Allah’a inanmakla birlikte kutsiyet atfettikleri bazı varlıkları ilah olarak kabul ediyordu. Hz. Peygamber, yaşadığı dönemde şirk inancıyla ve onun dinî, sosyal, siyasî, hukukî, ekonomik ve kültürel tezahürleriyle mücadele etti. İslâm, Müslüman olan insanların geçmişlerinden getirdikleri alışkanlıkların tamamını bir anda ortadan kaldırmadı. Değişim, vahyin yirmi üç yılına yayılan süreçte gerçekleştirildi. Bu süreç içinde geçmişe ait alışkanlıkların, davranışları ve ilişkilerin yansımalarıyla karşılaşıldığında Hz. Peygamber sabırla sorunun üzerine giderek çözüm üretti. Başından itibaren üzerinde durulan ve taviz verilmeyen ilkeler vardı. Tevhit ve ahiret inancı bunların başında geliyordu. Esasa taalluk etmeyen eksiklikler her zaman karşılaşılabilen durumlardı. Bunlarla ilgili uyarılarda bulunmak ve gerektiğinde müdahale etmek Allah Elçisi’nin göreviydi.
Hz. Peygamber, nübüvvet görevini derin bir sabır ve tevekkülle gerçekleştirdi. Olumsuz bir durumla karşılaştığında muhatabı İslâm cemaatinin dışına atmak yerine kişiye hatasını göstermek ve bu hatadan dönmesini, bir daha yapmamasını söylemek, onun tatbikatının dikkat çeken yönüydü. Öyle ki Allah Elçisi’nin davasına ihanet etmeye namzet olan, -gerçekte inanmadıkları halde inanıyor görünen- münafıkları dahi cemaatin içinde değerlendirdi. Nifakla mücadelesini onları cemaatin içinde tutarak sürdürdü. Misyonu, ilahî mesajı ulaşabileceği her insana ulaştırmaktı. Muhatabının eksikliklerini ortaya çıkarıp onu rencide etmek yerine eleştirilerini genel, övgülerini ise kişileri zikrederek yapmaya özen gösterirdi. Onun insanlara karşı davranışı, birçok kişiye hidayet yolunu açmıştı. İnsana değer verdiği davranışları sebebiyle İslâm cemaati sürekli büyüyordu. Nazik, değer veren, dinleyen, sorun çözen, mütevazı, cömert bir insandı. Sözünde durur, insanları kandırmaz, yalan söylemezdi. İlahî mesajı, yaşar, anlatır ve -en önemlisi- insanlara davranışlarıyla örnek olmak suretiyle tebliğde bulunurdu. Bunlar, onun sayfalar dolusu anlatılabilecek güzel ahlakî hasletlerinden sadece birkaçıdır. Belki de günümüz Müslümanının en büyük eksiği, Hz. Peygamber’i şeklen izlemeye çalışırken onun ameline ve gündelik hayatına sinmiş olan ahlakını ihmal etmesidir. Günümüz Müslümanları olarak Allah Elçisi’nin,Allah’ın emir ve nehiylerinden taviz vermemekle birlikte kuşatıcı ve hiç kimseyi feda etmeyen sosyal ilişkilerinin yanı sıra bir mümin ve Müslüman olarak yaşantısının çok gerisinde bir hayat yaşadığımızın farkında olduğumuz kuşkuludur. Bugün onun hayatını da tartışma konusu yaparken, hoşumuza giden en ufak bir görüş ya da davranışla muhatabımızı İslâm dışına attığımızda ilahî mesajın da, ilk muhatabının mesajdan anladıklarının da uzağına düştüğümüzün farkında mıyız?
(Vuslat Dergisi, Sayı: 178)