Hayatın yanağından gözyaşları akıyor. Kır çiçeklerinin uzak vadilere sığındıkları gibi, cesaret adamları da ahiret kapısına sığınıp aramızdan ayrıldılar, aramızdan azaldılar, azaldılar.

Hasan Karakaya’yı ötelere uğurluyoruz. Hasan Karakaya; Basın cephesinde ümmetin siperiydi. İman öfkesinin hakiki bir tercümanı idi. Köşe taşlarını kaçıranlardan değildi. Aksine temel yapının taşlarını döşeyen fikir işçilerindendi. O, cebini değil cephesini düşünüyordu. Masum değildi; günahları da vardı, sevapları da vardı. Türkiye’de insanlar öldüğünde masumlar/günahsızlar olarak yad edilirler. Biz bu kanaatte değiliz. Biz Hasan Karakaya’nın sevaplarını sahiplenir savunuruz, günahlarının affı için de Allah’a dua ederiz.
“Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiğinde derler ki: “Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz.”  (Bakara Sûresi/ 156)
Yıldızı alınmış gecelerin karanlığında iman öfkesinin tercümanlığını yapmak, ifrat ve tefrit oklarına hedef olmaktır.
Gönül bahçemizin şakayıklarındandı. Tek ümmetin sesi, mü’min yüreklerin nefesiydi. Kaypak yürekli, kem sözlü, ikiyüzlü insanlara geçit vermeyen geçimli insandı. Yüreksizlerin karşısında kendi yüreğine inanmış bir mü’min-i mert idi. Ümmetin vicdanını kendi vicdanında taşıyordu. Hak ve hakikat için yaşıyordu.
Yol arkadaşlarına tekme atmıyordu, yol arkadaşlarını satmıyordu, yola yatmıyordu, düşmanı gördüğünde de yolunu değiştirmiyordu. Onun inancı şuydu: Nöbetçi değişir, nöbet değişmez!
Cesaret denizinin gür dalgasıydı. Cesaret-i imaniyyesinin bir mükâfatı olarak da Medine’de gözlerini hayata yumdu. Vefat haberi, kar yüzü görmemiş bir ateş yaktı yüreklerimizde. Biraz daha garipleştik cesaret vadisinde!
Kahtü’r Rical devrinin Rical abidesiydi. Yazdıklarıyla Müslümanları bilgilendirerek ve yüreklendirerek adeta şunu haykırıyordu: “Köpeklerin havlaması bulutlara zarar vermez!”
Ölüm Allah’ın haber verdiği hak sözdür. Cesur mü’minlerin ölümü yürekleri yakan közdür!
Türkiye’de cesaretin kıtlık yıllarında Müslümanlara hep katık oldu. Türkiye’de kopmuştu 28 Şubat denilen  Firavunlar Tufanı. Kalemiyle Müslümanlara ulaştırıyordu cesaret kaynaklı irfanı!
Saniyelik sevgilere, dakikalık sözlere, saatlik tevazulara, günlük inançlara, gecelik sevdalara, sabahlık gülüşlere aldırmadan ve aldanmadan hep istikamet ve istikrar sahibi oldu.
Irak gönüllerin uçurumuna sevgiden köprüler kuruyordu. Yorgun düşmüş yüreklere cesaret aşılıyordu. Dostlara bir tebşir nüktesi uzatırken, düşmana bin ok fırlatıyordu.
Görev görmez kuru lafları, yalan acımaları, ağız ucundan söylenmiş sözleri tekmeleyerek Türkiye’de Tesettür kavgasını veren Cennet ülkesine yürüyenleri yüreklendirecek sözleri söylemekten asla geri kalmıyordu. Gönül kıyısında dostları bekliyordu, cemre olup kendisini bekleyen gönüllere düşüyordu.
İslâmî cephenin cephanesinde mermileri ölünceye kadar tükenmeyen bir askerdi. Dine, ehl-i dine dokunan düşmanı hem yokluyor ve hem de ok mesabesindeki cümleleriyle okluyordu. 
Hayatta iki çeşit yazar vardır: Makaleleri tüketen yazar, makalelerin tükettiği yazar. Hasan Karakaya makaleleri tüketen bir yazardı. Hevesleri ayaklarına kement ve boyunlarına bukağı olanlara mesafeliydi. Rabbanî davada kopuk bir el olmaktansa bir arslana pençe olmayı idrak etmiş ve bu idrakini de hayatına yansıtmıştı. Günlük olayların dışında kalarak büyümeyi değil, bulunduğu yerde imanının insanı olmakla, mü’min kardeşlerini savunmakla büyümek istiyordu.
Rabbanî davanın şafağını beklerken şakaklarına ak düştü. Ömür sayfalarını inandığı dava yolunda bölüştü!
Akılların çatlaklarına binlerce düşünce üşüşürken, Hasan Karakaya ruhundaki hicranın hıçkırıklarına boğuluyordu. “Duru düşünceli, diri direnişli bir nesil için” ne yapabilirimin hesabını yapıyordu. O, düşmeden düşünen ve düşüncesini üşütmeyen kalb-i selim ve akl-i selim sahibi birisiydi. Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun. (Yeni Akit)

- - - -