Ağaçların ve çiçeklerin yaprakları, yaz mevsimi bitip sonbahar başladığında kururlar ve dökülürler. Sonbaharın gelişiyle nasıl rengarenk oluyor dünya değil mi? Her yer, herkes cıvıl cıvıl. İnsanın kuş olup uçası geliyor. Peki ya gidişine ne demeli. Birlikte ne kadar mutluyken her yer bir anda çiçeksiz ve yeşillikten mahrum kalır. Toprak kurur, çiçek solar ve içimizdeki kuş ölür. Bizim için hüzünlü bir görüntü olsa da, yaprakların dökülmesi bitkiler ve ağaçlar için hayati önem taşımaktadır. Nilüfer yapraklarının yerini Gazellerin alması hüznün geldiğinin habercisidir? Bahar aylarında çiçekler açıp üreyen ve yeşil yapraklarıyla fotosentez yaparak kendilerine besin üreten tüm bitkiler, güneş ışıklarından mahrum kalmaya başladıkça kışın yaklaştığını anlarlar. Kış mevsiminde çiçek ve yaprakları zaten soğuktan donayacağı için, mevcut enerjilerini boşu boşuna harcamak istemezler. Ve bitkilerle insanlar arasında hiç fark yoktur... Her şey topraktan gelir, toprağa ne ekilirse büyür, yeşerir, meyveler verir, sonrasında olgunlaşır yaşlanır vakti gelince tek tek dökülüverir toprağa. İnsanda böyledir. Dünyaya bir daha gelirsemle şu olurdum bu olur böyle olurdum diye yeniden var olabilmenin inancını taşırız.

Ağacın yaprak dökümü tenin yeniden doğuşuna bir örnektir. Sizce de öyle değil mi? Yukarıda sözünü ettiğim bitkiye benzeme durumu İnsanlar söz konusu olduğunda kocaman bir yalandan başka bir şeyi ifade etmeyen bir durumdur. Klasik bir kendini kandırma. İnsan bir kere doğar ve hayatı boyunca yaptığı iyi ve kötü her şey onu yaşamının sonuna kadar takip eder. Bazı dönüm noktaları olur sadece. Ki o dönüm noktalarında kişi kendisi ile ilgili ilkelerini yeniden gözden geçirir. İlkelerini değiştirmeye karar verip de bunu başarabilenlere ne ala. Ama bazılarında bir "Yeniden doğuş" heyecanı olur, değiştiklerini zannederler ama her seferinde tekrar kaldıkları yere geri dönerler Zaten bu yeniden doğdum zırvalarını en çok tekrarlayanlar da yeniden yeniden deneyenlerdir. Burada ölümsüz olan tek şey nedir düşündünüz mü hiç? Ben ufak bir hatırlatmak isterim. Topraktır. Çünkü; varlığı ölümsüzlüğü simgeler. Toprak canlılar öldükçe beslenir can bulur, hem hayat verir ve de hayatları alır. Toprak kurur, çatlar ama asla ölmez. Bir tanıdığım sohbet arasında şöyle demişti: 80 yaşıma kadar ölmeyeceğimde ne olacak sanki! Yaşlanacağım, sağır olacağım kulak duymayacak, kör olacağım göz görmeyecek, dişlerim olmayacak yediğimden tat alamayacağım. Uzun yaşasam ne olacak ki? Yolun sonu belli değil mi? “Yakışıklı ölmek isterlerdi kendileri”. Haklıydı.

Bırakın ölümsüz olma hayallerini. Ki o dönüm noktalarında kişi kendisi ile ilgili ilkelerini yeniden gözden geçirir. İlkelerini değiştirmeye karar verip de bunu başarabilenlere ne ala. Ama bazılarında bir "Yeniden doğuş" heyecanı olur, değiştiklerini zannederler. "Ağaca çıkıp ta aşağıya bir türlü inemeyen fil ne yapar, bir yaprağın üzerine oturup Sonbaharın gelmesini bekler... Sonbaharda yapraklar döküldüğünde o da aşağıya inmiş olur"... Bu da koca bir bekleyiş, ömürden giden bir mevsimdir. Yine bir yaprak dökümüdür fikrimce. Ama her seferinde tekrar kaldıkları yere geri dönerler. Ne demiş şair Paul Samuelson: “Bi bakarsın, hayatının kahramanı; insanlıktan bile yoksundur. Ve anlarsın ki çizgi roman dışında, kimsenin bir kahramanı yoktur…”