Elbette ırk, kabile, akraba sevilecektir. Amma İslâm dininde, ırkını ve akrabasını sevmek demek; ırkındaki insanların kalbine, başta Allah korkusu ve Allah sevgisini yerleştirmek demektir. Onları, Allah’ın yasak kıldığı her türlü haramlardan muhafaza etmek, onların emir dairesinde hareket etmeleri için gayret göstermektir. Ve onların duygularına, düşüncelerine, vicdanlarına; adalet, iffet, haya, namus, cömertlik, hikmet gibi yüksek ahlak ve meziyetleri hedef göstermektir. Onlara Allah’ın hakkı ve kul haklarını yeterince anlatıp, millete, vatana karşı sorumluluk duygularını geliştirmektir. Bu Gerçeklere göre Cenâb-ı Hak, Resûlüllah (S.A.V) Efendimize hitaben: “Önce en yakın akrabalarını korkut. Sana uyan mü’minleri kanatlarının altına al; Sana baş kaldırırlarsa, ‘Yaptıklarınızdan uzağım’ de”( Şûra sûresi, 214-215-216) buyurarak emretmiştir. Görülüyor ki; İslâmî ölçüler çerçevesinde fertlerin, yaratılışında var olan yakınlarını ve ırkını sevmesi, değil yasaklanmak tam tersine emredilmiştir. Ancak; zulmederek, diğer ırkları aşağılayarak ve küçük düşürerek, ayrılıkları ateşlendirecek, Müslümanları birbirine düşürecek, toplum hayatını altüst edecek ırkçılığı, İslâmiyet kesinlikle yasaklamıştır. Hattâ zulme, haksızlığa, ayrılığa sebep olabilecek her türlü bölgecilik, kabilecilik, aşiretçilik ayrımını da reddetmiştir. Bu açıdan İslam, ırkı yok saymaz, ırkçılığı dava etmeyi yasaklar. Milletini sevip gözetmeyi değil, başka milletlere düşmanca tavır sergilemeyi reddeder. Çünkü, insanın kendi milletini sevmesi, onlara yardım elini uzatması, hataları varsa düzeltmeye çalışması, atalarının İslama yaptıkları hizmetleri anlatması ve onlara benzemek için gayret göstermesi ırkçılıktan tamamen ayrıdır. Ne mutlu Müslüman’ım diyene! Selam ve dua ile…