Günümüzde İslâmın izzeti ve Allah isminin yüceltilmesi, maddeten terakkiyle mümkündür. Hakiki medeniyet olan İslam’ın manevî şahsiyeti gelecekte yüksek bir uygarlığı getirecektir. İnanan insanlar bundan şüphe duymamaktadır. Bir İslam alimi bundan 106 yıl önce Şam’da yaptığı hutbede bunu müjdelemiş. Bakın neler söylemiş… 
Evet, nasıl ki eski zamanda İslâmiyet’in terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def’etmek, silâh ile kılıç ile olmuş. İstikbalde silâh, kılıç yerine hakikî medeniyet, maddî terakki, hak ve hakkaniyetin manevî kılıçları düşmanları mağlûb edip dağıtacaktır. 
Biliniz ki: Bizim muradımız medeniyetin güzellikleri ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o fenalıkları güzel zannedip, taklid edip malımızı ve yurdumuzu harab ettiler. Ve dini rüşvet verip, dünyayı da kazanamadılar. 
Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip kötülükleri iyiliklere üstün gelmiştir. Bunu iki dünya savaşı ile gördük. İçindeki fenalıkları öyle bir kustu ki, yeryüzünü kana bulaştırdılar. İnşaallah istikbaldeki İslâmiyet’in kuvveti ile medeniyetin güzellikleri galip gelip, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, genel barış ve huzuru temin edecektir. 
Evet, Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve heva, rekabet ve baskı üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin kötülükleri iyiliklerine üstün geliyordu. Bu medeniyet, ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle; Asya medeniyetinin galip gelmesine kuvvetli bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir. 
Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve manevî terakkiyata vesile olacak o kadar kuvvetli sebepler varken, nasıl yeis ve karamsarlığa düşülür ki?
Zannediyorsunuz ki, dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasıdır, fakat yalnız bîçare Müslümanlar için düşme, gerileme ve tedenni dünyası oldu diye pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz. 
Madem insanlardaki tekâmül ve gelişme meyli yaratılışımızda vardır, elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa; istikbalde Müslümanların hak, hakikat ve dünya saadetini göreceğiz inşaallah... 
Evet, bakınız, zaman doğru bir hat üzerine hareket etmiyor ki, başlangıcı ve sonu birbirinden uzaklaşsın. Belki Dünyanın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimini gösterir. Bazan düşüş ve tedenni içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir. 
Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev’-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşaallah. Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile genel barış ve huzur dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlâhiyyeden bekleyebilirsiniz.
İlim ve fenlerin casus gibi tetkikleriyle hadsiz tecrübelerle sabit olmuş ki: Kâinatın nizamında her daim hayır ve hüsün ve güzellik ve mükemmeliyet sonucunu doğurmuştur. Çünkü kâinata ait fenlerden her bir fen, genel kaideleriyle öyle bir intizam ve mükemmeliyet gösteriyor ki, ondan daha mükemmelini akıl bulamamaktadır. Meselâ: Tıp, astronomi ve biyoloji bilimleri gibi bütün fenlerin her birisi, genel kaideleriyle Celal Sahibi Sanatkâr olan Allah’ın kudretini ve hikmetini göstermektedir. “O yarattığı her şeyin en güzelini yapandır-Secde Suresi 7” ayetinin hakikatlerini göstermektedir.
Kâinatta yaratılan şer, çirkinlik, bâtıl ve fenalıklar azdır, cüz’idir. Maksat değil ikinci derecede öneme sahiptir. Meselâ çirkinlik, çirkinlik için kâinata girmemiş; belki güzelliğin bir hakikatını göstermek için mukayese aracı olarak yaratılışta görevini icra etmektedir.  Şer, hattâ Şeytan dahi beşerin hadsiz terakkiyatına müsabaka ile vesile olmak için musallat edilmiştir. Bunlar gibi cüz’î şerler, çirkinlikler, geniş küllî güzelliklere, hayırlara vesile olmak için kâinatta yaratılmıştır. 
İşte kâinatın gerçek maksadı ve yaratılışının neticesi göstermektedir ki; hayır, güzellik ve tekemmül esastır. Elbette beşer bu kadar karanlık düşünceleri ile zemin yüzünü kirli ve perişan ettikleri halde, cezasını görmeden dünyayı bırakıp yokluğa, âdeme kaçamayacak. Belki Cehennem gibi sonsuz bir cezaya çarptırılacak. 
Hem anlaşılmıştır ki; mahlûkat içinde en değerli ve en önemli varlık insandır. Çünkü beşer, sebep ve sonuçların içindeki basamakları ve silsileleri aklıyla keşfedip Allah’ın sanatlarını anlamak için yaratılmış varlıktır. Ve insanlık içinde en mükerrem, en şerefli en faziletli ve en yüksek olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. 
Madem durum böyledir acaba hiç mümkün müdür ki, insanlar şimdiye kadar yaptığı gibi, o zalimane vahşetinde, inatçı küfründe ve dehşetli tahribatında devam edebilsin? İslâmiyet aleyhinde bu hâlin devam etmesi akla ve mantığa aykırıdır. 
Bu hakikat, netice veriyor ki, ahirette Cennet ve Cehennem’in zarurî vücutları gibi, hayır ve hak din; istikbalde mutlaka galebe edecektir. Tâ ki, insanlık âleminde hayır ve fazilet esas olup ezeli hikmet sırları ortaya çıksın, vesselam…