Ahh diyorsun ah işte Rabbimize şükürler olsun diyorsun, verdiklerin kadar vermediklerine de, tattırmadığın her derde binlerce kez şükür olsun... Ve bir gün bir kadınla yollarımız bir yerlerde kesişti, yan yana oturduğumuz bir an göz göze geldik. Yüzümün güldüğü bir an gözümdeki hüznünü fark etti, bir şey var dedi. Göz bebeklerime öyle inceden işledi sanki gözleri. Ve bir güç dedi beni sana itiyor sanki. Belki birkaç saniye sürmeden gözlerim çağlayı verdi. O gece durdum durdum ağladım tuhaf değil mi? Bizi birbirimize bağlayan acılarımızdı hikayemizdi. Sonra sustum... Dinlemeye başladım. On iki yaşına kadar her şey çok güzeldi. Babam annem çocuklarına bağlı mutlu güzel bir çifti, küçük bir köyüm büyük kocaman mutlu bir ailem vardı. Ağaç konak köyünün en güzel en yüksek yerindeydi evimiz. Herkes lastik pabuç giyerken benim ateş kırmızısı çizmelerim vardı. Kenarı pamuk gibiydi. İlk renkli televizyon bizim kapımızdan içeri girmişti. Babam ve annem bizi çok severdi dedi ve sustu. Devam et dedim devam et. Sonra ilk büyük acıda bizim kapımızdan içeri girdi, ateş kırmızısı çizmelerim gibi dedi. Kor dedi, yangın dedi annem, babam dedi boşaldı gözleri... Sonra sadece kurşuna dizdiler sonra da yaktılar kara gözlümü diyebildi... Bir süre nefesim kesildi canım çekildi sanki kendime gelemedim. Bu nasıl bir yangındır Rabbim dedim... Ben sustum. O anlatmaya başladı.. .Bir yangın ocağımı cehenneme çevirdiğinde tam on iki yaşındaydım. Benim babam korucu diye, annemi babamı dizimin dibinden çaldıklarında, etimi kemiğimden ayırdıkların da vatanına aşık diye vurduklarında, çocukluğumu kırdıklarında ben on iki yaşındaydım... Cayır cayır çıtırdadı kemikleri, annemin sütü pişti, gözlerin gibi kömür karası göğsünden tanıdılar annemi dedi... İlk ayrılıkla tanışıp, selamlaştığımda ailemi elimden aldıklarında, ölmeden cehennem azabını yaşadığımda. Orda kömür kül yığınında aklımı bıraktığımda ruhumu bedenimden ayırdıklarında, ben ya ben on iki yaşındaydım...Ve ben kelimelerin tükendiği tesellilerin tecellilerin bittiği bir yerde bir kıyametin içindeydim sanki. Yanmıştı ciğerim ne diyebilirdim ki , Hangi söz teselli ederdi acısını elimi omuzuna koyup geçmiş olsun mu, yoksa zaman her şeyin ilacıdır unutursun mu demeliydim, aklım başımdan gitmişti... Devam etti, mutluluğum ilk aşkım başımı omuzuna koyduğum ilk adamdı babam. Heybetli bir duruşu deli bir cesareti, mangal gibi yüreği vardı. Annem vefakâr cefakâr güzel bir kadındı. Tanıyamadım bile kokusundan oysa mis gibi kokardı... Annem babam diye bir parça kömüre sarıldım bir köze babam dedim. Çizmelerimin rengi gibi yüreğim kor ateşlerde yandı. Ben on iki yaşındaydım... Babamın külleri savrulduğunda dumanları buluta karıştığında, ölüm kapımı zamansız çat çat çaldığında ben on iki yaşındaydım. Ağlayacak bir mezar bulamadığımda, bir avuç toprağı bile saramadığımda; çocukluğumu da orda yaktıklarında ben on iki yaşındaydım... Bir yaşında kardeşim aç kaldığında annemin kokusunu aradığında kardeşlerim baba anne diye ağladığında. ben diyorum ben, on iki yaşındaydım... Çaresiz kimsesiz evsiz direksiz bir başıma kaldığımızda ellerim, bedenim, ruhum yaşım ansızın kırk olduğunda; tam on iki yaşındaydım, dedi bana. O an sadece susabildim. Biliyor musun? O günlerden aklımda bir kaç anı kalmıştı yüzümü güldürebilen. Tarlamızda babamı çınar altında gölgelenirken ki huzuru, annemin de sesi. Bize söylediği ninnisi ne güzel bir türküydü. “Bu tepe pullu tepe nenni de yarim nenni/ Su gelir sere serpe eskide yarim hani... Ve sonra birden yüzümü güldüren düşten uyanıyorum. Evimi ocağımı yakıp yıkıp viran edenlerin ayak sesleri karlı bir geceydi; karlar erimeye yüz tutmuştu. Ne zaman kar yağsa attığım her adımda o ses sağır ediyor kulaklarımı. Başımı avuçlarımın arasına alıp susun susun diye bağırmak istiyorum. Bugün bana sorsanız kemik yaşı otuz üç ama ruhu, kalbi aklı halen on iki. Herkes ona eşek gözlü dese de benim için onun lakabı Matruşka boy boy yaraları büyük büyük acıları vardı... Konuştukça anlattıkça birbirinin içinden çıkıyordu yaraları acıları. Benim yüreği yaralı Matruşkam... Ve ben onu dinledikten sonra kendime gelemedim... Rabbim dedim bu günümüze hamdolsun zamansız isyan ettiğim için binlerce kez tövbe... Sözümün bittiği kalemimin kırıldığı bir hikayedeyim şimdi... Matruşkam benim yaralı arkadaşım.