Vakti zamanında 28 Şubat’ın darbeci faşistleri, dindar insanlara dünyayı dar etmek istemişti. Fakat şimdi hesap veriyorlar. “Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat dava süreci aradan 20 yıl geçmiş olsa da nihayet sona yaklaştı. 

Savcılık milletin iradesine darbe vurup “balans ayarı” yapan darbeciler için dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı ile dönemin İkinci Başkanı Bir’in de arasında bulunduğu 60 kişiye ağırlaştırılmış müebbet istedi. Sakın ola bunlara acımayın. Çünkü aşağıda yazdığım hususları göz önüne alacak olursanız, bana hak vereceksiniz.

Başörtülülere zulüm yapıldığı, ikna odalarının kurulup imam hatiplerin kapatıldığı, Sincan’dan tankların yürütüldüğü, dini vecibelerini yerine getirmek isteyenlerin askeriye ve kamudan atıldığı, kısacası milletin iradesine darbe yapıldığı 28 Şubat’ın belki de hiç açıklanmamış bir yönüne bu yazıda yer vermek istiyorum. 

Zira içinde benim de bulunduğum 30 emekli askere dünyayı dar etmek istemişlerdi. Elbette bunun benzeri fenalıklar çoktur ve ülkenin her yerinde yapılmıştır. Fakat bunları yeterince bilmiyorum. Halkımız da bilmiyor. Ne yapayım onlarda kendi hikâyelerini yazsın, anlatsın. Burada sadece kendimle ilgili kısmını anlatmaya çalışacağım.

Darbeciler, Silahlı kuvvetlerden Yüksek Askeri Şura Kararı  (YAŞ) ile attıkları yetmiyormuş gibi kamu kurumlarında hatta özel sektörde dahi çalışma imkanı vermiyorlardı. Amaç “bak ordudan atılırsan dışarıda iş dahi bulamazsın hayatını cehenneme çeviririz” tehdidi ile gözdağı vermekti.

Sene 1996, o günlerin modası; Silahlı kuvvetlerde her askeri şura toplantısında yüzlerce dindar askeri ordudan atmaktı. Bu yüzden her şura toplantısında telefonlar durmak bilmez “ne oldu atıldın mı?” diye sorulup asabımızı iyice bozarlardı.

Özellikle eşi başörtülü olan subayların hiç şansı yoktu. Eninde sonunda askeriyeden atılacaklarına kesin gözü ile bakılıyordu. Fakat yönetici olarak Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan ise Erbakan’dı. Bu politikacılar yıllarca dindar insanları koruyacaklarını söylemiş seçim meydanlarında askeriyeden atılma olayına son vereceklerine dair söz vermişlerdi. İşte bu yüzden “olur ya belki sözlerinde dururlar” diye boş yere ümide kapılacak kadar saf insanlardık.

1996 Aralık ayındaki Yüksek Askeri Şura, içinde benimde bulunduğum yüzlerce askeri ordudan atmıştı. O yıllarda yargıya kapalı olan YAŞ kararını Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı imzalıyordu. Ne yazık ki politikacılar sözlerinde durmamış faşist askerlerin baskısı ile kimsenin gözünün yaşına bakılmamıştı. Buna kibarca resen emeklilik diyorlardı. Ne yani “biz din düşmanıyız” diyecek değillerdi ya! Böylesine bir kılıfa sokuyorlardı.

Emekli olan adam maaş alır fakat daha yüzbaşı rütbesinde olduğum için bize zırnık dahi vermediler. Emeklilik süresini dolduranlar ise gerçekten emekli oluyordu. Bu kelime oyunu yani resen emeklilik, halkın tepkisini önlemek içindi. Nitekim ordudan ayrılma kararının tebliğ edildiği 1997 Şubat ayında özellikle 28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu kararlarının açıklanması sonrasında halkımızdan büyük tepkiler geldi. Halkımız bu zulme resmen isyan etmişti.

Refah Partisi Başkanı ve Başbakan Necmettin Erbakan, halkın ve özellikle de partililerin baskısı ile bunalmıştı. Sonunda “askeriyeden ayrılır belediyelerde çalışırlar” diyerek gelen tepkileri azaltmaya çalışıyordu. Gerçekten de ordudan ayrıldığım o günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesinden teklif geldi ve bu teklifi kabul ederek Müdür Yardımcısı olarak göreve başlamıştım. Çünkü başımızda Erdoğan vardı ve öyle kuru gürültüye pabuç bırakmıyordu.