Fakat sadece İstanbul Büyükşehir belediyesinde memur olarak çalışmamıza izin veriliyordu. Çünkü Erdoğan baskılara karşı direnç gösteren tek belediye başkanı idi. Bir süre sonra bu gösterdiği direnç yüzünden “şiir okudu” bahanesi ile onu da hapse attılar. Çünkü bizleri savunduğu için büyük bir suç işlemişti. Belediye başkanlığından düşürüldü. “Muhtar bile olamaz” diyerek bütün faşistler dalga geçiyordu.
Yerine gelen Ali Müfit Gürtuna ise tam bir darbe işbirlikçisi idi. Benim gibi 30 memur arkadaşımı derhal belediyeden attı. Yeniden memuriyetten atılmıştık. Mecburen denizde çalışmaya başladım. Şükürler olsun ki burada çalışmamıza engel olamıyorlardı.
Askeri Şura Kararları yargıya kapalıydı lakin Belediye başkanının kararları yargıya açıktı. İdari mahkemeye müracaat ettik ve mahkeme lehimizde karar verdi. Fakat Refah Partili bu belediye, zorunlu olmadığı halde kararı temyiz etmek için Danıştay’a başvurdu. O yıllarda Danıştay faşist darbecilerin kalesiydi. Derhal kararı bozup burada çalışmamıza müsaade etmedi. 
Ben denizci olduğum için yurtdışında çalışabiliyordum fakat diğer mağdur asker arkadaşlarım çok zorluk çekiyordu. “Dindar insanların burnu sürtsün” diye ordudan ayrıldığımız halde çalışma imkânı tanınmıyordu. Büyük firmalara yazılar yazılmış “irtica” suçlaması ile bizlerin rızkımız için çalışmasına dahi müsaade edilmiyordu. İşte böylesine ağır bir imtihanla baş başa kalmıştık.
Şimdi 28 Şubat darbecileri yaptıkları fenalıkları inkar ederek “biz ordudan atılan askerlerin çalışmasına engel olmadık” diye düpedüz yalan söylüyorlar. İşte sadece kendimi örnek göstererek bunun sunturlu bir yalan olduğunu yüzlerine haykırıyorum. Ellerinden gelse bizlere hayat hakkı dahi tanımayacaklardı. Çünkü suçumuz çok büyüktü. Resmen emirlere karşı gelip eşimizin başını açtırmıyor namaz kılmaya devam ediyorduk. 
Allah selamet versin, İstanbul Boğaz Komutanlığında Kurmay Başkanı olarak görev yapan Abdülkadir Albay; Cuma namazına gittiğim için  “yahu sen aklını mı yitirdin, her gün onlarca askeri ordudan atıyorlar, hiç korkmuyor musun” diye bütün milletin içinde bana hesap sormuştu. Fakat o yıllarda acayip bir azim ve mücadele ruhum vardı. Hiç tınmamıştım bile. Arkadaşlarıma “rızkı veren Allah’tır, bugün bir kapı kapatır yarın bin kapı açar” diye nasihat eder korkup yılmamaları ve eşlerinin başlarını açmamaları için öğüt veriyordum.
İşte hain Feto tam böylesine kritik bir anda sahneye çıkıp “başörtüsü füruattır” diyerek darbeci faşistlerin iyice çığırından çıkmasına sebep olmuştu. Bu zındık yetmemiş gibi Yaşar Nuri Öztürk adındaki İstanbul İlahiyat Dekanı “dinimizde başörtüsü zorunluluğu” olmadığını söyleyecek kadar pespayeleşiyordu. Çok şükür Diyanet İşleri Başkanlığı açıklama yaparak “başörtüsü dini bir zorunluluktur” diye açıklama yapıp bizlerin yanında yer almıştı.
İşte bu yıllarda kurmuş olduğumuz Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) vasıtası ile haklarımızı almak üzere büyük bir mücadele verdik. O tarihlerde Başbakan olan Erdoğan, önce anayasa değişikliği (2010 referandumu) ile sonrada 6191 sayılı kanun ile en azından askeri şura kararı ile atılan insanların bir kısım özlük haklarını almasını sağladı. Fakat çok büyük bir kitle hala hiçbir hakkına kavuşamamış tazminat neyin hiçbir şeye kavuşamamıştı. 
Makalelerimde hükümeti bu konuda eleştiriyor bu yüzden dostlarımın hücumuna uğruyorum. “Hükümeti eleştirme” diyerek bu apaçık zulmün karşısında durmamı, istemiyorlar. Hâlbuki bu hakların verilmesi sayesinde mahşerdeki büyük mahkemeden kurtulma şansları doğuyor. Bana görevlerini hatırlattığım için yöneticilerin çok dua etmesi lazım. 
Daha çok nedeni var. Bunları yazsam kitap hacminde olur. Daha fazla söze hacet yoktur. İşte eğer ölmez kalırsam; bu haklı mücadelede asker arkadaşlarımın ve 28 Şubat mağduru binlerce başı örtülü insanların haklarının alınması için mücadele edeceğim. Bu uğurda ne yazık ki benden başka mağduriyetin giderilmesi için çalışan yazı yazıp ikaz eden çok az sayıda insan vardır. Dualara ihtiyacımız var, vesselam…