Kurtuluş Tayiz/Akşam gazetesi
Başbakan Binali Yıldırım, Vezneciler şehitlerini uğurlarken PKK’nın dolaylı yollardan “Silahları bırakabilir, oturup konuşabiliriz” haberleri gönderdiğini ancak terör örgütüyle konuşacak bir şey kalmadığını vurguladı.
Devletin ve hükümetin tutumu bu yönde olsa da, her terör saldırısının ardından içeride ve dışarıda "PKK’yla masaya oturun" dayatması gündeme getiriliyor. Zamanında çözüm sürecine karşı olan, sürece şiddetle muhalefet eden medya ve siyasî çevreler dahi, bugün PKK’yla masaya oturmanın faziletlerini anlatır hale geldi. Terör saldırıları altında hükümete adeta kaçacak yer bırakmamaya çalışıyorlar. Millete de PKK’yla masaya oturma dışında bir çare kalmadığını anlatıyorlar. Temel önerme şu: İngiltere, İrlanda, Güney Afrika veya başka bir Asya ülkesinde kanlı meseleler hep oturulup konuşularak çözüme ulaşmış; biz de aynısını yapalım!

PKK meselesi sadece ve sadece çatışmaları sonlandırma meselesine indirgediğinde, tüm seçenekler doğal olarak PKK’yla müzakerelere zorlar. Ve böylelikle artan PKK terörünün, aslında Türkiye’nin bütünlüğünü masaya yatıran uluslararası bir projenin parçası olduğu gerçeği göz ardı edilir, ediliyor da.
Türkiye, kör bir terör olayıyla karşı karşıya değil; PKK’nın tırmandırdığı terör, "siyasetin şiddet araçlarıyla devamı” özelliği de taşımıyor. Türkiye'de terör, siyaset kanallarının tıkanmasından dolayı değil, ülkenin bütünlüğünün parçalanmak istenmesinden dolayı gerçekleşiyor.

Ortada birtakım siyasi hedeflerin olduğundan şüphe yok elbette; ama söz konusu siyasi hesapların sahibi PKK değil, arkasındaki uluslararası sistemdir. PKK, sadece bu siyasi hedeflerin taşeronluğunu yapan silahlı-siyasi bir terör şebekesidir.

Terörün arkasındaki uluslararası aklı, hesapları göz ardı ederek PKK’yla bu meseleyi çözebileceğini sanmak, satranç tahtasındaki taşların bir aklı olduğunu iddia etmek olur ki, bu da bin yıllık devlet geleneğine sahip bir ülkeyle dalga geçmekle eşanlamlı bir yaklaşımdır.
PKK’yla müzakereleri “çözüm” olarak gündeme getirenlerin masada nelerin konuşulacağını da millete anlatması gerekir.
Ancak bu anlatı “Taraflar birbirine güven vermeli”, “Sorunlarımızı konuşarak, medeni şekilde halletmenin yollarını aramalıyız” türünden ucuzca olmamalı. Devletin PKK’yla masada neyi müzakere edeceği de anlatılmalı.
Dile getirildiğinde önü ve arkası boş bırakılan şu “Müzakere” sözcüğü, aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenlik haklarını pazarlığa açması ve topraklarının kaçta kaçı üzerinde örgüte egemenlik hakkı tanıyacağı tartışmasından başka bir şey değildir.

Devletin PKK’yla değişik biçimlerde temas kurması ayrı; örgütle masaya oturup müzakere etmesi ayrı.
PKK’nın arkasındaki uluslararası sistem için Türkiye’nin masaya oturması hayati bir önem taşıyor. Terör örgütü olarak piyasa sürdükleri PKK’yı meşru bir sıfat ve statü kazandırmak zorundalar. Bunun için de Türk devletinin örgütü tanıması gerekiyor. Yani "PKK’yla masaya oturun" dayatmalarının ne akan kanın durması, ne barışın sağlanmasıyla uzaktan yakından bir ilgisi var. Yaşanan bir "çözüm süreci" tecrübesinden sonra bu saatten sonra yapılan masa güzellemeleri sadece devleti kendi eliyle vurabilmek için yapılıyor.