ABD’nin maddi ve manevi desteği ile öncelikle Cumhurbaşkanı Demirel askerler tarafından ikna edilerek darbe sürecini bir ileri aşamaya taşımıştır. Bu esnada Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde yasadışı olarak kurulan “Batı Çalışma Grubu” darbe esnasında karşı çıkma potansiyeli içinde gördüğü binlerce askeri fişlemeye başlamıştır.

ABD bu dönemde darbe faaliyetlerine hız vermiş bir çok devlet büyüğünün faili meçhul cinayetlerle öldürülmesi için eylemlerde bulunmuştur. Cumhurbaşkanı Özal ve Orgeneral Eşref Bitlis’in şehit edilmeleri bu suikastlardan sadece iki tanesidir.
İşin acı tarafı ise bu suikastlar medya yardımı ile hükümetin aleyhinde kullanılmış Erbakan Hükümeti iki taraflı bir kıskacın içine konulmuştu. Nitekim 3 Kasım’da meydana gelen Susurluk kazası veya suikastı da “Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık” eylemlerinin yapılmasına gerekçe olmuştur.

Bu çift taraflı kıskaca; sendikalar, yargı kurumları ve TÜSİAD gibi önemli sanayicilerin de katılmıştır. İşte 28 Şubat 1997 tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu toplantısı bu şartlar altında gerçekleştirilmiştir.
9 Saat süren toplantıda alınan kararlar büyük baskılar sonucu Başbakan Erbakan’a zorla da olsa imzalanmıştır. MGK bildirisinde askerler tarafından trajikomik bir şekilde demokrasi ve hukukun teminat altında olduğu ileri sürülmüştür.
28 Şubat Kararlarından sadece üç tanesi benim de içinde bulunduğum ordudan Yüksek Askeri Şura Kararı ile emekli edilen askerler ile ilgiliydi. Bu askerlerin kamuda görev yapamayacağı vurgulanıyordu. Buna rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan benim gibi ordudan ayrılmış olan askerlerin belediye başkanlığında görev yapmasına engel olmamıştı.

Bu kararı onun siyasi kariyerinde en önemli olan aşamaya neden olmuş ve sonuçta “şiir okudu” diye hapse atılmıştı. Başkanlık görevinden alınan Erdoğan’ın yerine gelen Ali Müfit Gürtuna geçmişti. İlk icraatı da bizlerin işine derhal son vermek olmuştu.

Bizler asker iken YAŞ kararları yargıya kapalı olduğu için haklarımızı almak için yargıya gidememiştik. Fakat şimdi sivildik ve İdari Mahkemeye başvurduk. Başvurumuz sonunda mahkeme memuriyet yapmamızda bir sakınca görmeyerek başvurumuzu haklı görmüş ve bütün arkadaşlarımla beraber mahkemeyi kazanmıştık.

Hep birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki görevimizin başına döndük. Erdoğan da hapisten sonra yeni kurulan Ak Parti’nin başkanı olarak Türk siyasi hayatına girmişti. Belediye Başkanlığında göstermiş olduğu başarıyı Başbakanlıkta ve Cumhurbaşkanlığında da gösterecek halkın sevgisini kazanarak yıllarca tek başına iktidar olmayı sürdürecekti.

28 Şubat döneminde bizimle ilgili üç maddeden başka diğer maddeler ise şunlardı. Hükümetin 8 yıllık kesintisiz eğitime geçmesi, bazı okulların Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmesi, Kuran kurslarının denetlenmesi ve kılık-kıyafet kanunun uyulması ya da kısaca “başörtü yasağı” gibi insan haklarına aykırı bir dizi eylemin hayata geçmesini istiyordu.

Bu toplantıdan birkaç ay sonra iktidardaki RP hakkında “başörtüsüne serbestlik” tanıdığı gerekçesi ile kapatma davası açıldı ve sonrasında kapatıldı. Bu dönemde Genelkurmay Karargahı’na davet edilen gazetecilere, yargı mensuplarına ve üst düzey bürokratlara komuta kademesi tarafından “irtica tehdidine karşı brifingler” verildi.