İslâm literatüründe adâlet, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini, insanın eşyayla olan ilişkilerini, insanın devletle olan ilişkilerini, Allah’ın indirdiği hukuka/şeriata göre düzenlemeye denir.

Diğer bir tarifi de, Allah’ın emrini, emrettiği bir şekilde yerine getirmektir. Hakka göre hüküm vermektir. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmektir. Hakikate teslim olmak, haklıya hakkını vermektir.

Batı kültüründe, dolayısıyla demokratik/laik sistemlerde adâlet kavramının kesin bir tanımı yapılamamıştır. Adâlet subjektif, göreceli bir kavram olarak kalmıştır. Anlamı, kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişmektedir. Tarih boyunca var olduğuna inanılır olduğu halde, sürekli tartışılmış, tanımlanmaya çalışılmış ama bir türlü tanımlanamamış bir kavram olarak günümüze kadar gelmiştir.

Adâletin zıddı zulümdür. Allah’ın koyduğu haddi çiğnemek, hududu aşmaktır. Demokratik/laik sistemlerde insanlar, Allah’ın kanunlarıyla yönetilmezler. Hevâ ve heveslere göre yapılan hukuki düzenlemelerle yönetildikleri için, o beldelerde zulüm vardır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki şirk, büyük zulümdür.” (Lokman, 31/13)
İslâm Dini, en önemli kanunlarını ve hükümlerini, toplumsal hayatı merkeze alarak ortaya koymuştur. Toplumun ve insanların, huzuru, emniyeti ve aralarındaki adâleti, beş temel emniyeti muhafaza altına alarak sağlar.
İslâm kanunlarının uygulandığı beldelerde, bu beş temel emniyetin sağlanması devletin aslî görevidir.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1-Can emniyeti
2-Mal emniyeti
3-Akıl emniyeti
4-Din emniyeti
5-Nesil emniyeti

Devletin varlık sebebi, Kur’ân’ın hükümlerini uygulamak içindir. Dolayısıyla devlet amaç değil, Allah’a itaati yaşam tarzına dönüştürme aracıdır. İslâm, insanların maddî ve manevî haklarını koruyan ve muhafaza altına alan bir dindir. Demokratik/laik ve bütün beşerî sistemlerde insan hakları, emniyet altında değildir.

Bu emniyetleri kısaca anlatalım:

1-Can Emniyeti
İnsanın doğarken, Allah’ın verdiği yaşama hakkıdır.
Ve ilâhî bir emanettir. İslâm’da kesin olarak ifade edilmiştir ki, meşru bir sebep olmadan insanın kanını dökmek haramdır.
 “Ey imân edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.” (Bakara, 2/178)
Bunlar, İslâm’da can emniyetinin çok önemli olduğunu ifade etmektedirler.
 “Kısasta sizin için hayat vardır.” (Bakara, 2/179)
Demokratik/laik toplumlarda, Allah’ın emrettiği kısas uygulanmadığı için, bu beldelerde insan hayatı çok ucuzdur ve bu durum can emniyetinin olmadığının delilidir. Katilin kanunlar tarafından affedilmesi ve hafif cezalara çarptırılması mazluma, yakınlarına ve topluma karşı bir zulümdür.
2- Mal Emniyeti
İnsanoğlu, meşrû yollardan elde edilen her mubah mala sahip olma hakkına sahiptir. Dinimiz, çalışmayı ve kazanmayı insana bir hak olarak vermiş ve teşvik etmiştir:
“Aranızda, birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin.” (Bakara, 2/188)
İslâm, bir kimsenin başkalarının mallarını haksız yere almaması için hırsızlığı, faizi ve kumarı yasaklamış. Sosyal adâleti sağlamak için de, zekât ve infâk müesseselerini devreye sokmuş. Eğitimle de insanların vicdanlarına Allah korkusunu bekçi kılmış. Bunların yanında da hırsızlıkta olduğu gibi, hadd-i sirkat’in (hırsızın elinin kesilmesi) gibi suç işleyenlere ağır cezalar uygulayarak mal emniyetini sağlamış.
Demokratik/laik sistemlerde, helâl ve haram sınırları, Allah’ın hükümlerine göre değil, halkın dünyevî arzularına göre tespit edildiği için mal emniyetinden söz edilemez.