Ey adalet ey kalemin bile yazmakta zorluk çektiği kavram! Coğrafyamız ne kadar da sensiz bugünlerde… Beldelerimiz ne kadarda muhtaçtı sana: biçare mazlum ve ezilmişlerin yaşlı gözleri ve hasretle bakıp iç geçirdiği hakikat. Coğrafyamıza, ülkemize ne kadar da yabancısın böyle düşlerimizi süsleyen, hayatımızın varlığımızın garantisi, koca derdimizin tek dermanı, Adalet… Tecessüd et artık!.. Yeniden fitne ateşinin kızışmaya başladığı bu günler, telafi edilesi olaylar, coğrafyamızın siyasal erkleri tarafından çok ciddiyetsiz tavırlarca ahlaksız politikalara kurban veriliyor. Aslında hep kurban verilen; bu coğrafyanın masum evlatları, taze gül fidanları… Bu coğrafyada annelerin gözyaşları hiç hesaba katılmadı çünkü onlar çocuklarının cesetleri üzerinde gözyaşı dökecek ve bu gözyaşları üzerinden siyasal rant elde edeceklerin nesneleriydi sadece.Filistinli bir anne ile Lübnanlı bir anneyi, doğulu bir anne ile batılı bir anneyi farklı kefelere koyanlar aslında bu coğrafyaya ihanet edenlerin ta kendileridir. İşte bu meyanda bugünlerde bütün Ortadoğu ve farklı kulvarlarda da olsa aynı sonuçları doğuran büyük bir fitne kazanı kaynatılmakta. Son günlerde batı destekli revaçta olan mezhepçilik söylemleri ve bundan iyi bir rant kapmayı planlayan şer odaklar çok derin hesapları hortlatmaya çalışıyorlar. Bunun örneği Kudüs ve Filistin üzerinde ki yüzyıl anlaşması. İsrail Gazze’nin etrafında deniz altında duvar örmeye devam ederken bir taraftan da sına yarımadasında küçük bir bölgede Filistin’i kimliksiz bir halk yığını halinde yerleştirmeye çalışıyor. Kudüs’ün cadde ve sokaklarında katil İsrail’in bayrakları dalgalanırken biz bu fitneye kesinlikle seyirci kalmamamız lazım. Emperyalist katilleri destekleyen ve bu ümmetin evlatlarının onurlarını ayaklar altına alan zalimleri ve ihanetlerini de unutmamalıyız. Öte yandan Suriye’nin belki de çok masumane başlayan devrim süreci, kirli eller tarafından fitne kazanına sürüklendi. Kardeşin kardeşe düşmanlaştırılma sürecine sürüklendi adeta. “Suriye Dostları” olarak kendilerini niteleyen emperyalist zalimlerce “Suriye Baharı” kışa dönüştürüldü. Koca bir coğrafyanın kanayan yarası olan mezhepçilik fitnesi yeniden hortlatıldı. Biz bu süreçte hataların olmadığını inkâr etmiyoruz ancak evleviyatlarımızın da gölgelenmesini istemiyoruz. Biz bu coğrafyada yeniden kardeş kanının dökülmesini, ümmetin parçalanmış halini daha da derinleştirecek eylemlerin devreye girmesini istemiyoruz. Sadece sözde adilane yaklaşımların çifte standarda dönüşmemesini istiyoruz. Bir taraftan Suriye tüm gündemimizi kuşatmışken Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başını çektiği “Arap Koalisyonu” adlı emperyalizmin maşasının mazlum Yemen halkına çektirdikleri drama karşı sessizliğe bürünmemeliyiz. Mezhepçilik üzerinden yapılan kirli değerlendirmelere kulak verilmemeli ve bu coğrafyadaki hesapları iyi görmek gerekir. “Suriye direnişini” desteklerken elbette yapılan hataları inkâr etmemeliyiz ancak İslami uhuvvet geleneğimizi pespaye sözlerle de bozup tarihin çöplüğünde kaybolmaya yüz tutmuş kirli söylemleri gündem haline dönüştürmemeliyiz. Halbuki bu coğrafyanın sömürücü güçleri de bunu istiyor