Adâlet; düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıktan uzaklaşma, orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir.

Adalet, en genel anlamıyla hakkı gözetmek, dürüst davranmak demektir. Adâletin zıddı zulüm ve insafsızlıktır. Adâlet geniş kapsamlı bir kavramdır. “Allah adâleti, ihsânı emreder.” (Nahl, 16/90) Âyette görüldüğü gibi Rabbimiz adâletli olunmasını, adâletli davranılmasını emretmektedir. Bir başka âyet-i kerimede Rabbimiz şöyle uyarıyor: “Bir topluluğa (veya kişiye) olan öfkeniz sizi adâletsizliğe sevk etmesin, adâletli olun (adâletten ayrılmayın).”(Mâide, 5/8)

İslâm her şeyde adaletli olunmasını ister. İslâmî hükümlerin uygulandığı yerde adâlet vardır. İslâmî hükümlerin uygulanmadığı yerlerde de zulüm vardır. Zulmün olduğu yerde de huzur, saâdet, mutluluk yoktur. Peygamberimiz (s.a.s.) adâletli davranmanın örneğini göstermiş: “Kızım Fâtma hırsızlık yapsa (hüküm ne ise uygularım), kesinlikle elini keserdim” (Buhârî, Hûdud 13) buyurmuştur. İşte adâlet, işte İslâm. İslâm hukukunda hiç kimsenin bir ayrıcalığı yoktur. Onun için İslâm barış, esenlik, mutluluk getiren bir dindir. İslâm’ın olduğu yerde adâlet vardır. İslâm’ın olmadığı yerde ise zulüm vardır.

Zulüm, lugatta “bir şeyi ait olduğu şeyin dışında bir yere koymaktır.” Hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şe­yi vermektir. İslâmî ıstılahta ise: Bir eşyayı veya olayı, şer’î hükmünden başka bir şekilde değerlendirmeye zulüm denir. Zulüm hakkın dışına çıkmak ve doğru olmayan davranışlardır.Allah’ın koyduğu sınırı, haddi aşmak zulümdür. Rabbimiz bu gerçeği bildirmektedir: “Allah’ın koyduğu sınırı aşanlar zâlimdir.”( Bakara, 2/229)

Dinimizde zulmün her çeşidi yasaktır. En küçüğünden, en büyüğüne her türlü haksızlık, kötülük, aldatma, kandırma, hırsızlık, yolsuzluk, yalan-dolan, iftira, hile insanlara zarar vermek... zulmün muhtevâsına girer. “Doğrusu Allah zulüm edenleri sevmez” (Şûrâ, 42/40) buyrularak zulmün her çeşidinden sakınılması istenmektedir. Yine bir başka ayette şöyle buyruluyor: “Elinizden çıkana (aşırı) üzülmeyiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle (imkânlarla) şımarmayın. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (Hadid, 57/22-23)

Görüldüğü gibi Allah’ın verdiği imkânlardan dolayı gururla­nılmaması gerektiğini, elimizden çıkan imkânlardan dolayı da aşırı bir şekilde üzülmemek icap ettiğini âyetten anlıyoruz. İnsanların dün­­ya hayatı imtihandan ibarettir, mü’minler bunun bilincinde ol­malıdır. Allah, mü’min kişilere nimetler, imkânlar ve makamlar verdiği zaman, şımarmamalı, rüşvet yememeli ve dünyevileşmemelidir.

İmkânlardan dolayı çok şükretmeli, o imkânları en iyi şekilde değer­lendirmelidir. “Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. (Asıl hayat, dünya hayatı değil) âhiret hayatı; işte asıl hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebût, 29/64) Bu nedenle, bir Müslüman hangi görevde olursa olsun, adaletli davranması, ayrımcılık yapmaması ve zulümden kaçınması gerekir. Çünkü dünya hayatı geçicidir, imtihandır ve asıl hayat ahiret hayatıdır. İşte bu gerçk unutulmamalı ve ona uygun davranış sergilenmelidir. Çünkü dünya ve ahiret saadeti, doğru olanı yapmak, yanlış olandan kaçınmakla mümkündür. Ne mutlu haktan ve adaletten yana olanlara!