İnsan yaratılmışların en mükemmelidir. Allah (c.c) insanı akıl, izan ve irade nimetleri ile donatmıştır. Bütün varlıklar insanın dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşması için emrine amade kılınmıştır. İnsana dünyayı imar edebilme güç ve kudretini veren yaratıcı, aynı zamanda dünyayı imar etme görevini de vermiştir. Aynı anne ve babadan yaratılan insanoğlu, çeşitli kabile ve milletlere ayrılmıştır. Dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan insanların fizikî yapıları, karakterleri, yaşam tarzları, yaşadığı yerin coğrafi ve iklim şartlarına göre şekillenmiştir. İnsanların en küçük sosyal birliği aile, en büyüğü ise millettir. Her canlının huzur ve güven içinde yaşaması için bir yuvaya ihtiyacı vardır. İnsanın yuvası evi, milletin yuvası ise vatanıdır. Milletler aynı dili konuşan, aynı dine inanan, ortak kültür ve tarihe sahip olan insanlar topluluğudur. Aile, günümüz dünyasında milletin çekirdeğidir. Aile kurumu insanlık tarihi ile yaşıttır. Aile bizim inanç, örf ve geleneğimize göre anne baba, büyük anne büyük baba ve çocuklardan oluşur. Ailenin temel görevleri ikidir. Birincisi insan neslinin devamı; ikincisi ise, toplumsal kültürü korumak ve yaşatmaktır. Sağlıklı nesillerin yetişmesi ve milli ve manevi değerlerin korunması için, güçlü ailelere sahip olmak çok önemlidir. İnsanların dünyaya getirilmesinde, gelişiminin sağlıklı olmasında, kendisine, ailesine, içinde yaşadığı topluma karşı sorumlu ve yararlı bir kişi olarak yetiştirilmesinde temel görev aileye düşmektedir. Yapılan anket ve araştırmalara göre suçluların çoğu, sağlıklı bir aile yapısına sahip olmayan ya da problemli ortamlarda yetişmiş kişilerden oluştuğu anlaşılmıştır. Sokak çocuklarının, tinercilerin, esrar ve uyuşturucu kullanan çocukların, hatta küçük yaşta suç işleyenlerin, hemen hepsinin, aile ocağından, anne baba şefkat ve merhametinden mahrum olarak yetişen çocuklardan oluştuğu istatistiklerle tesbit edilen bir gerçektir. İslam dini, ailenin sağlıklı ve mutlu bir şekilde kurulup yaşamasına büyük önem vermiştir. Bunun için de çeşitli tedbirler almıştır. Alınan bu önlemlerden bazıları şunlardır: 1-İslam dini evlenmeyi teşvik etmiş, Allah’a daha fazla kulluk edebilmek için evlenmeyi ve aile hayatını, terk etmek isteyenleri bu düşünceden vazgeçirmiştir. 2-Evlenmeyi kolaylaştırmış, evlenmenin şeklini, şartlarını ve maddî külfetini asgariye indirmiştir. 3-İstikrarlı, huzurlu ve mutlu bir aile hayatı için gereken bütün hukukî ve ahlakî düzenlemeleri yapmıştır. 4-Çocukların eğitiminden ve geleceklerinden birinci derece de aileyi sorumlu tutmuştur. 5-Aile bağlarına ve bu bağların gerektirdiği hukuk ve edebe riayet edilmesini istemiştir. 6-İslam dini ailenin bir okul, bir ibadethane, sıcak ve aydınlık bir yuva ve sosyal ilişkiler birimi olabilmesi için öncelikle karı-koca arasında karşılıklı sevgi, saygı ve şefkatin bulunmasını emretmiştir. Ailenin sağlıklı bir şekilde kurulup, mutlu bir şekilde yürümesini öngören bu temel ilkelerden dolayı İslam toplumlarında aile önemli bir görev icra etmekte, hatta aile kültürümüz, kültürel mirasımızın büyük bir bölümünü meydana getirmektedir. Dinimizin ön gördüğü aile; kederde, kıvançta, darlıkta bollukta, iyi günde ve kötü günde aynı heyecanı paylaşan kalplerden meydana gelen bir yuvadır. Bu yuvada her dede bir Dede Korkut, her nine bir Nene Hatun, her baba bir Demir Baba ve her ana bir Fatımatüz Zehra gibidir. İnsanlar kendi ferdi benlik ve kişiliklerini, kendi sosyal çevrelerinde kazanırlar ve böylece hayatlarının manasını kendi milletlerinin tarihi içinde bulurlar. İnsan topluluklarını millet haline getiren objektif ve sübjektif faktörler vardır. Milleti millet yapan objektif faktörler vatan, ırk, dil ve din bağlarıdır. Sübjektif faktörler ise ortak bir geçmiş ve kader birliğine sahip olduğunu düşünen ve gelecekte de yaşama arzusuna sahip olan insanların meydana getirdikleri topluluklar. Bu anlayışa göre geçmişte yaşanan ortak acılar, kederler veya başarılar ve sevinçler, ortak tehlikelere karşı birlikte karşı koymuşlar, insanları birbirine bağlar ve onları millet haline getirir. Bu durumda milleti meydana getiren şey; “Birlikte acı çekmiş, sevinmiş ve birlikte umut etmiş olmaktır.”