Venker, yazarlığı herkes uyurken, sabah 5’te yapıyor. Radyo yayıncılığını, önceleri, tüm gün çocuk bakımı ile uğraştıktan sonra, sonraları da oğlu okuldayken gün ortasında yapmış. Başka bir ifadeyle, anneliğini tam yapabilmek için kariyerini buna göre planlamış. Eğer, doğru yapma kararlılığı gösterilirse bunun kolayca başarılabilecek bir şey olduğunu eserleri ile ispatlamaya çalışmış. Kısaca annenin ve aile sevgisinin odakta olması sayesinde hayatın mutlu olduğunu söylüyor.  

Üniversiteli genç bir kız Venker’in imza gününde kendisini niçin akademik unvanları ile tanıtmadığını sorar. Niçin başarılarından önce anneliği ile kendisini tanımladığını, hâlbuki üniversitede kendisinden akademik başarılarından dolayı çok bahsedildiğini söyler.   Öğrencisine; oğlunun annesi olmanın en ödüllendirici bir başarı olduğunu anlatıyor ve anne olmanın verdiği çok güzel duyguları yaşaması gerektiğini ifade ediyor.

Çocuklarımızı yabancıların bakımına emanet etmenin niçin kabul edilebilir bir şey olmadığını “iki gelir tuzağı” kitapları çok güzel bir şekilde anlatmaktadır. Bu hanımefendilerin insanlığa, ailelere, evliliklere ve kadınlara katkısı çok büyüktür.

Bizden yalan söylememizi isteyen bir seküler yaşam biçimi dayatılmaktadır. (Seküler yani modern ve sadece dünya için yaratılmaya inanmak). Bu kültürde hakikati söylemeye çalışanlar ne yazık ki “9 köyden kovulmaktadırlar”. Çocuklarla kariyerler arasındaki çatışma mutsuzluk pahasına da olsa daima kariyeri öne çıkarmaktadır.

Bu yazının öncelikle hitap ettiği kadınları üç grup içinde değerlendirebiliriz:

Şu an evde çocuklarıyla birlikte olan ve yapmakta oldukları işe dair desteğe ihtiyacı bulunan anneler.

İşlerini bırakıp bırakmama hususunda çatışma yaşayan veya iş-aile hayatları çekip çevrilemez hâle gelen anneler.

Henüz anne olmayan, ancak vakti geldiğinde işle aileyi nasıl dengeleyeceklerini bilmek isteyen kadınlar.

Ülkemizde “iş ile evi birlikte götürme” kavramı, göklere çıkarılmaktadır. Fakat çocukların ihtiyaçlarının yetişkinlerin heves ve arzuları ile çatıştığı gerçeğini unutmamak gerekiyor. Kadınların aile ve işi bir arada götürebileceği, zorlu kariyerleri sürdürebileceği, harika çocuklar yetiştirebileceği ve bütün bu hengâmeden sonra akıl sağlıklarının sarsılmayacağı fikrinin sahte olduğunu artık bizim de anlamamız gerekiyor.

Hükümetin çocuk bakımına ve doğum iznine biraz daha fazla yatırım yapması, işverenler anne babaların akşam saat 5’te ofisten ayrılmalarına izin vermesi gibi tedbirler yeterli değildir. İş-aile çatışmasının gerçek sebebi çok daha girifttir.

Tam zamanlı çalışan ve doğrusunu söylemek gerekirse acınası hâlde olan kadınları dikkate almak gerekiyor. Neredeyse hepsi çocuklarını çok özlemiştir ve evliliklerinin kopma noktasına geldiğini ifade ederler. Ne var ki işlerine âşıktırlar. Ne yapmakta olduklarını merak ederek “Bir başkası bunu iyi yapıyor da, ben mi beceremiyorum.  Benim eksiğim ne?” diye sormaktadırlar.

Aslında bu kadınların bir eksiği yoktur. Fakat işlerin gidişatında bir yanlışlık var.  Çünkü günümüzde aileler baş edilebilir küçük topluluklar olmaktan çıkıp kaos burçlarına dönüşmüştür. İki gelirli aile ki bununla ebeveynden her ikisinin, doğum izinleri biter bitmez yıl boyu tam zamanlı olarak çalışmasını kastedilmektedir. Bu bir tuzaktır.  Zira iş, çocukları yetiştirmeye gelince, eve ekmek getirme denklemin yalnızca bir boyutudur. Evde, geleneksel olarak annelerin yapmakta oldukları şeyleri yapmak için, birinin olmayışından kaynaklanan tükeniş ise muazzam derecede büyüktür. Varlıklı ailelerin içindeki çalışan annelerin her daim bir bakıcı anneye muhtaç olduklarını söyleyip durmaları işte bu yüzdendir.

Evet, bunca zamandır annelerin ne yapıp durduklarını sanıyoruz ki?  Bonbon şekeri yedikleri ve yan gelip yattıklarını mı? Kadınları, hayatlarında daha “değerli” bir şeyler yapmak için evlerinden kaçmaya sebep olan şey işte tam da, bu evdeki kadın tiplemesidir. Bu çok büyük bir saygısızlıktır.

Bugün anneler çalışmak “zorunda”, denilir. Eğer hayatı devam ettirebilmek için, özellikle hayatın pahalı olduğu semtlerden birinde yaşıyorsak, iki gelir isteyen bir ekonomi inşa etmişiz demektir ki söz kısmen doğrudur.  Fakat anneler, fakir olduklarından evlerinden ayrılmıyorlar. Tam tersine o yöne doğru çekildikleri için yani çalışma hayatına zorlandıkları için evlerini terk ediyorlar. Çünkü feministler evdeki anneyi, hayatını bebeklerine bakarak israf eden talihsiz bir hanım olarak tasvir ettiler ve ediyorlar.  Bırakın bunu daha az eğitimli hanımlar yapsın, diyerek insanları aldatıyorlar.

Bu kitaplarda geçen tüketim hastalığı; doktora tezinde işlemeye çalıştığım “Kapitalizm Sonrası Dönem: Malikiyet ve Serbestiyet Devri” çalışması ile çok yakından alakalıdır. Tezde kısaca; kapitalizmin tüketim alışkanlıklarını maniple ederek insanları bir çeşit “ücretli köle” haline getirdiği ifade edilmektedir. İnsanlığın bu ücret tuzağından kurtularak  “Malikiyet ve Serbestiyet devrine” geçileceği anlatılıyor. Bu konu ile ilgili olarak daha çok yazı kaleme alınması gerekiyor, vesselam…