Akıl, insanın düşünme, bilme, davranışını belirleme, denetleme ve yargılaması, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayrıt etmesi ile ilgili kabiliyetidir. Akıl; düşünmeyi, bilmeyi ve anlamayı sağlayan çok önemli insani bir melekedir. Akıl, Allah’ın en büyük nimetlerinden biridir. Akıl, en büyük insani güçtür ama bu güç sınırsız değildir.  Her türlü dış etkiye ve propagandaya açık olan aklın, doğrunun tek ölçüsü olması da mümkün değildir. O halde, aklın gücünü tamamlayacak, ona yol gösterecek bir kılavuz gereklidir. Bu kılavuz ise vahiy, yani Allah’ın kitabıdır. “O kimseler ki sözü dikkatle dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar.

İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (Zumer, 39/18) Akıl, insanın karanlık olan hayat yolunu aydınlatır, vahiy ise doğru yolu ve gerçek hedefi gösterir. Akıl doğru kullanıldığında bir nimet, yanlış kullanıldığında bir bela, hiç kullanılmadığında büyük bir israftır. Vahiylerin gayelerinden biri de insanoğluna aklını doğru kullanmayı öğretmektir. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim´de: “Hiç düşünmez misiniz, hiç akletmez misiniz? Ancak akıl sahipleri hakkıyla düşünüp öğüt alırlar, akıl sahipleri ve düşünenler için yerde ve gökte birçok ibretler vardır...” (Bakara, 2/44, Zümer, 39/9, Al-i Imran, 3/190) gibi ayetlerle bizleri uyarmakta ve aklın ve düşünmenin önemine dikkat çekmektedir. İnsan aklı sayesinde taklitten kurtulur. Neye, niçin inandığını kavrar.

İslam dini akıl sahibi insanları muhatab alır ve onlara sorumluluk yükler. “Aklı olmayanın dini de yoktur” (  Câmiü’s-Sağir, 3, s. 98, Hds. 2938) İslâm’a göre, ancak akıllı insanlar Allah’ın tekliflerinden sorumludurlar. “Şu üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır: iyileşinceye kadar akıl hastası olan deliden, uyanıncaya kadar uyuyandan, büluğ çağına erinceye kadar  çocuktan.” (Buhari, Hudut 22) buyrulur. Bir çocuğun mükellef (yükümlü) olma yaşı da akıllı olma ve ergenlik çağına ulaşma zamanıdır. Çocuklar ve deliler İslâm’ın hükümlerinden sorumlu değillerdir. Allah’ın teklifleri (dinin emir ve yasakları) ancak akılla idrâk edilir.

 Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:  “Akıllı kimse nefsini kontrol altına alıp (her türlü günahlardan korunmaya çalışarak) ölümden sonraki hayat için hazırlık yapan; Âciz  (aklını gereği gibi kullanmayan) insan da, nefsinin hevâsına (istek ve tutkularına, kötü arzularına) uyup da Allah’tan (olmayacak şeyleri ve cenneti) temenni eden kimselerdir.” (İbn Mâce, Zühd 31) Hadiste de görüldüğü gibi Hz pyagamber (s.a.s.); Akıllı insanın nefsine hakim olarak günahlardan kendini koruması, ahiret için çalışması gerektiğini vurgulamakta ve aklını gereği gibi kulanmayıp,  nefsinin kötü arzularına uyup, her türlü kötülükleri günahları işlediği halde, Allah’tan olmayacak şeyleri, cenneti temenni eden kimselerin yanlış yolda olduklarını beyan etmektedir.             Allah Teâlâ şöyle bildirmektedir:

“Nefsini kötülüklerden arındıran (koruyan) kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyana uğramıştır (Şems, 91/9-10) “Muhakkak nefis, olanca şiddetiyle daima kötülüğü emreder...” (Yusuf: 12/53) Nefs-i Emmâre, haram-helâl gözetmeden gördüğü ve istediği şeylerden hoşuna giden şeylerin hemen elde edilmesini, isteklerinin ve arzularının derhal yerine getirilmesini ister. Hiçbir sınır (haram-helâl) tanımadan her istediğine kavuşmak ister. İşte kötülenen nefis, insanın amansız düşmanı olan bu nefs-i emmâredir. Allah Teâlâ, insanların yaşayabilmesi, kendilerini koruyabilmesi ve asıl imtihan için insanda nefis (şehvet ve öfke kuvveti) yaratmış, ayrıca şeytanı da insana musallat eylemiştir. Elbette bunda büyük hikmetler vardır. İnsanoğluna akıl, fikir vermiş böylece insanı imtihana tâbi tutmuştur.  

Nefsin istekleri hayatın devamı için gereklidir. Ancak  nefis başıboş bırakıldığı zaman, aşırı istekler gündeme gelir  ve insan o noktada hataya düşer. İşte dünya hayatı bir imtihan yeri olduğundan, bunu iyi bir şekilde anlayıp, Allah ve Rasûlü’nün emirlerini dinleyerek, nefsin kötü arzularına, şeytanın aldatmasına kapılmadan kendisine verilmiş olan şehvet ve öfke kuvvetini insan, aklının ve mantığının ışığı altında meşrû şekilde kullanmalıdır.

Hz Peygamber (s.a.s.) şu şekilde uyarır: “Ben Cehennem gibi acayip bir şey görmedim; insanlar ‘ondan kaçarız’ diyorlar, ama kaygısız yaşıyorlar (çok rahat günah işliyorlar)  Yine Cen­net gibi acayip bir şey görmedim; insanlar ‘onu isteriz’ diyorlar, ama kulluk görevlerini terk ediyorlar. (akıllıca hareket etmiyorlar”). (Buhârî, Savm 51-55) Akıllı kimse, sadece aklı olan değil aynı zamanda aklını doğru yerde, doğru şekilde kullanan, en azından kullanmaya gayret eden kimsedir. Akıllı kişi, doğru olanı yapar inanç, ibadet ve güzel ahlak sahibi olur ve her türlü kötülüklerden sakınır, bu şekilde dünya ve ahiret saadetine kavuşur. Ne mutlu aklını doğru şekilde kullanarak İslâm’a uygun yaşamaya gayret edenlere ve sonsuz mutluluk yurdu olan Cennet’e girenlere!