Yüzyıllardır Türk denizcilerinin dillerinden düşürmediği kelimeler vardır. “Bismillah vira”, “Bismillah fundo” ve “Bismillah Salvo Ateş” gibi emirleri sadece Türkler kullanırlar. Ne yazık ki diğer Müslüman denizciler işlerini yaparken dini terimleri ilave ederek kullanmazlar.

Hem Bahriyede hem de ticaret gemilerinde en çok kullanılan bir diğer söz ise "Allah selamet versin" cümlesidir. Her köprüüstüne çıkışta birisi kendisini tanıtmadan önce bunu söyler. Eğer söylemezse gemiciler tarafından hoş karşılanmaz. İşte bu söz üzerinde biraz durmak gerekiyor.

Türk denizcilerinin "selam" kelimesine verdiği önem şüphesiz dine dayalıdır. Çünkü denizleri çekip çeviren Rabbimizin her şeye gücü yettiği ve denizlerin sakin ve selâmetli olması için sadece Ona yalvarması gerektiğini bilirler.

İslam kelimesi “silm “kelimesinden gelir ve sulh, sükûnet, barış ve refah anlamındadır. Selam kelimesi de aynı kökten gelir. O halde “İslam barış dinidir” denilse yanlış olmaz. İslam kelimesini Rabbimizi tanıyarak iman etmek ve ona ibadet etmek şeklinde de anlayabiliriz.
Selamı yaymak aynı zamanda İslam’ı yaymak demektir. Sonuç olarak bu sayede insanlığın barış huzur ve esenliği için gayret edilmiş olur. "Selamı yayınız Hadis-i Şerifini" bu şekilde de anlayabiliriz.

İşte, Türk denizcilerinin karada denizde daima “Allah selamet versin” sözünü kullanması geçmişten gelen bu güçlü gelenek ve inanç sebebiyledir. Özellikle köprüüstüne çıkarken veya vedalaşırken hep bu cümle söylenir. Selamet, barış esenlik sakin deniz anlamındadır. Dilerim ki denizcilerin bu temennisi bütün insanlığın dileği olsun.

Barış kelimesinin zıt anlamlısı olan savaşlar özel bir durumu ifade ederler ve istisnai bir durumdur. Asıl amaç barış esenlik ve selamettir. İslam hukuku da barış zamanına göre tanzim edilmiş ve uygulanmıştır. Bununla birlikte savaşta her şey serbest değildir. İslam’ın temel ilkeleri savaş hukukunda da geçerlidir ve uygulanmadığı takdirde insanı vebal altına sokar. O dehşetli Ruz-i Mahşerde savaşta da yaptıklarından mesul tutulur.

İslamiyet, barış zamanı ehli kitap veya dinsiz dahi olsa hukuklarını muhafaza ederken, savaş zamanı sadece saldırgan olan savaşçılara şiddetle mukabeleyi caiz sayar yani kabul eder. Bunun dahi şartları ve sınırlamaları vardır. İslam’da Savaş Hukuku bu hususları içinde barındırır ve çok detaylıdır.

İslam’da savaş hukukuna bina edilen inceliklerle dolu çokça tafsilat vardır. Bu perspektiften bakarak ve bir örneği ele alarak şiddete karşı nasıl davranılması gerektiği üzerinde duralım.

Öncelikle altını çizmek gerekir ki; Ekseriyeti Müslüman olan ve İslam’ın sancaktarlığını yapan güzel ülkemiz, hem soğuk hem sıcak savaş şartlarında, ümmetin umudu olan vatanımıza göz koymuş din düşmanları tarafından her daim taarruz altındadır.

Tüm dünyanın algısını ve anlayış biçimini “Müslüman teröristtir ” fikrine yöneltmeye çalışan “11 Eylül İkiz Kuleler” kışkırtmasına karşı uyanık olunmalıdır. Bunun bir senaryo olduğu açıktır. İslam’ı yeterince tanımayan dünya kamuoyunu aldatmak için yapıldığında şüphe yoktur. Zira bir Müslüman ancak kendine saldıran bir askeri öldürür, kadınlar, çocuklar, yaşlılar veya savaşa dâhil olmayan ilgisiz masumları öldürmez. Böylesi bir eylemden asla keyif almaz.

Üzücü olan şudur; bazı Müslümanların, savaş hukukunun her yönüyle çiğnendiği bu tablo üzerinden El-Kaide gibi bir oluşumu ve terörist kişilikleri alkışlaması ve bundan keyif almasıdır. Oysa her savaşta insanlar öldürülür ancak İslam hukukundaki ilkeler bundan keyif almayı men eder.

FETÖ, PKK, MLKP gibi fare ve sivrisinek misali oluşumların itlafı halinde bile marazlı bir haşereden kurtulmakla sevinmek anlaşılabilir lakin bundan sadistçe bir keyif almak insandaki İslami bir hassasiyet değil tam aksine zulüm ve zalimlikten gelen bir duygudur. Allah hepimizi böyle bir zulümden muhafaza etsin, vesselam…