İkincisi: Dinin zaruriyatı (zorunlulukları) ki içtihad onlara giremez. Çünkü kat’î ve muayyendirler (belirlidirler). Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarf etmek lâzım gelirken, İslamiyet’in nazariyat kısmında ve selefin (Peygamber Efendimiz’den sonra gelenlerin- asm.) içtihadat-ı sâfiyâne (temiz kalplilikle) ve hâlisânesiyle (saflığıyla) bütün zamanların hâcâtına (ihtiyaçlarına) dar gelmeyen efkârları (fikirleri) olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak bid’atkârâne bir hıyanettir. Üçüncüsü: Her zamanın insanlarınca kıymetli addedilerek efkârı celb eden (düşünceleri çağrıştıran) câzibedar (çekici) bir metâ (zamanın değer verdiği görüş) merguptur (gıpta edilendir). Meselâ, bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir. Selef-i Salihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergup metâ, Hâlık-ı Semâvat ve Arzın (Gökyüzü ve yerin Yaratıcısı) marziyatlarını (isteklerini) ve bizden arzularını kelâmından istinbat (ortaya çıkarmak) etmek ve nur-u Nübüvvet (Peygamberlik nuruyla)ve Kur’an’la kapatılmayacak derecede açılan ahiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesâilini (vesilelerini) elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlâhiyeyi(Allah’ın bizden istediklerini) bilmek ve öğrenmeye müteveccih idi. Bunun için, istidat ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan (haberlerden) ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidatlar vücuda gelirdi. Şimdi ise, fikir ve kalblerinteşettütü (ayrışması), inayet ve himmetlerin zâfiyeti, insanların siyaset ve felsefeye iptilâ ve rağbetleri yüzünden bütün istidatlar fünun-u hazıra (hazır fenlere) ve hayat-ı dünyeviyeye(dünya ihtiyaçlarına) müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye(dini hükümlerde) sarf edilecek müstakim bir içtihad yoktur. Dördüncüsü: İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesâilini (meselelerini) genişlendirmeye meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile (zorunlulukları uygulamak) takvâ(günahlardan kaçınmak) ve kemâle mazhariyet ise, güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye(dünya hayatını ahiret hayatına) tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meylüttahriptir (tahribat meylidir). Tekliften (imtihandan)çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır. Beşincisi: Herşeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete (gerekliliğe) binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbidir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı (fikirleri), bizzat saadet-i dünyaya (dünya saadetine) müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzat saadet-i uhreviyeye(ahiret saadetine) müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünkü dünya ahirete vesiledir. Umumî bir beliyye (bela) olan ve nâsın(insanların) ona müptelâ olduğu çok işler vardır ki, zaruriyattan olmuştur. O gibi işler su-i ihtiyar ile gayr-ı meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratıibâha eden (mahzurları kaldıran)zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve müsaade-i şer’iyenin (şeriatın müsaade ettiği) şümulüne dahil olamazlar. Meselâ, bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hal-i sekirde(sarhoşken) yaptığı tasarrufattamâzur (özürlü) olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihadlar, Semâvî değil, ancak arzîiçtihadlardır (dünya içindir). Bu gibi içtihadlarlaHâlık-ı Semâvat ve Arzın hükümlerinde yapılan tasarrufatmerduttur(dinden çıkmaktır. Meselâ, bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhassa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâli değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlâhiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır” Ankara’da iken basılan Hubab isimli bu eser Türkçeye çevrilmiş olmasına rağmen ne yazık ki uydurukça bir dil yüzünden yeterince anlaşılamamıştır. Yanlarına parantez içinde kendimce açıklamalar yaparak günümüz insanının çok istediği fakat yazının güzelliğini belirli ölçüde bozan kelimeler kullandım. Umarım benim buradaki hatalarım konunun anlaşılmasına ve mahiyetinin önemine bir zarar vermiş olmaz, vesselam…