“Askeri casuslukta rövanş” açıklaması ile gazete manşetlerine çekilen haberler çoğunlukla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile alakalı gelişmelerdir. Hayatının 15 yılını bahriyede geçiren ve çoğu sınıf arkadaşımın yargılandığı bu davalardan bildiklerimi paylaşmak isterim. Biraz ezber bozucu olsa da bizzat yaşadığım olaylar ışığında bilgiler okuyacaksınız. Gerçi bütün bu olaylar kamuoyunun önünde cereyan etmiştir yani gizli ve sır değildir. Lakin bilgiler dağınık ve zamanla unutulabilen hadiselerden meydana geldiği için bir anlam bütünlüğü meydana getiremiyor. Bu nedenle olayları bir de benim gözümden görmenizde yarar var. Birkaç gün önce İzmir’deki ‘askeri casusluk’ adıyla bilinen askeri gizli bilgi ve belge bulundurma davasında, fişleme yapıp sahte delil üretilmesi suçuna karıştıkları iddiasıyla, 6’sı muvazzaf asker 22 kişi için gözaltı kararı verildi.

7 Kişi hakkında tutuklama kararı verildi. İki amiral sağlık raporu aldıkları için gözaltı işlemi gerçekleşmedi. Beraat eden askeri casusluk davası sanıkları, yaşanan gelişmeler karşısında “Adalet yerini buluyor” dediler. Evet, bir bakıma adalet yerini buluyor lakin bu işin geçmişi de var. Bu olaylar neden oldu? Sorusuna cevap aramak gerekmez mi? İzmir’deki “askeri casusluk” adıyla bilinen askeri gizli bilgi ve belge bulundurma soruşturması sırasında kumpas kurdukları iddiasıyla FETÖ/PDY’ye yönelik sürdürülen soruşturma, bahriyede çok feci olayların gerçekleştiğinin bir delilidir. Halk arasında bir söz vardır “dinsizin hakkından imansız gelir” derler. Gerçekten de yaşanan olaylar bu sözü söyletecek cinsten. Balyoz ve casusluk davaları sayesinde amiral/general olmak üzere önü açılan paralel yapıya mensup subaylar bu sefer tersten bir tokat yiyerek şimdi soruşturmalara kendileri maruz kalıyorlar. Ortaya konulan sahte deliller Fetullah denilen çete liderinin her zaman yaptığı işler olup binlerce belki de milyonlarca insanı etkileyen iğrenç olaylardır. Dünyada bu rezil ve aşağılık suçları işleyenlere doğru bir ceza vermek zordur. Çoğu inkâr edip kurtulduğunu zannediyor.

Lakin ruz-i mahşer denilen o büyük mahkemede bu suçlardan kurtulmaları böyle kolay olmayacak. Her ne ise, onların fena ve çirkin suçlarını şimdilik bir tarafa koyup bu günlere nasıl geldik ve gerçek suçluları nerede aramalıyız? Sorularını cevaplamaya çalışalım. Bahriyedeki ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde meydana gelen bütün bu fenalıkların arkasında Amerikalı ve Siyonist güçlerin darbe hevesleri yatmaktadır. 27 Mayıs 1960 İhtilali ve sonrasındaki başarısız darbeler, 9 ve 12 Mart 1971 darbeleri, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 Post-modern darbesi ilk çırpıda gözümüze çarpanlardır. Amerikalılar, Güney Amerika ve Asya ülkelerinde olduğu gibi beğenmedikleri veya işlerine gelmeyen siyasetçileri darbe ile alaşağı ederek kendi menfaatlerini koruyorlardı. İğrenç olmasına rağmen kendi ülkeleri için yaptıkları bu darbelerden dolayı onlara bir şey söyleyemiyorum. Lakin onların amaçlarına alet olan ve anayasal düzeni silah zoru ile değiştiren darbeci generallere hesap sormak hakkımızdır. İşte bu noktada biraz durmak ve bugün yaşadığımız sorunların temelinde yatan gerçek nedenleri arama ve darbecilerden hesap sorma imkânı doğmaktadır.