Bu sıralarda Baartman 21 yaşındaydı. İngiliz doktor, onu yapacağı araştırmalar sayesinde zengin olacağı vaadiyle kandırmıştı. Baartman’ın İngiltere’deki âkıbeti ise, çırılçıplak bir kafes içinde vahşî hayvan gibi teşhir edilmek ve “bakıcısına” para kazandırmaktan başka bir şey değildi.
Dört yıl Londra sokaklarında dolaştırıldıktan sonra, Baartman bir Fransıza satılarak Fransa’ya götürüldü. Burada on beş ay boyunca bir hayvan terbiyecisi tarafından son derece ağır ve aşağılayıcı şartlar altında teşhir edildikten sonra, aralarında Napoleon’un doktorunun da bulunduğu bir grup bilim adamı tarafından inceleme altına alındı.
Bu “bilimsel” incelemelerin sonucunda; “Baartman’ın hayvan ile insan arasındaki kayıp halka olduğu” şeklinde karar verildi. İnsanı aşağılamaktan hiç utanmayan Batılılar; Güney Afrikalı bu kadını, hayvanî hayatın en üst, insanî hayatın ise en aşağı mertebesinde bir yaratık olarak nitelendiriyorlardı.
Baartman, Fransa’da da çok fazla yaşamadı. Son yıllarını fuhuş sektöründe hayatını kazanmaya çalışarak geçirmek zorunda bırakıldı ve 1816 yılının başında, zatürree olarak bir hastalık neticesinde öldü.
Baartman, sağlığında olduğu kadar, ölümünden sonra da Aydınlanma’nın önde gelen bilim adamlarının, naturalistlerin ve sanatçılarının ilgi odağı olmaya devam etti. Bütün bu çalışmaların temelinde yatan mantık, “Avrupalıların en üstün ırkı teşkil ettiği” düşüncesi idi.
Ölümünün üzerinden 24 saat geçmeden, bedeni parçalandı, beyni ve mahrem organları mumyalanarak “İnsanlık (!) Müzesi”nde teşhir standına yerleştirildi. Zavallı kadının organları burada 1974 yılına kadar kaldıktan sonra, bir depoya kaldırıldı.
Sağlığında da, ölümünden sonra da Avrupalıların elinde utanç verici bir şekilde teşhir edilmekten kurtulamayan Baartman’ı; Afrikalılar unutmadılar. 1940 yılından itibaren Baartman’ın kemiklerini iade yönündeki istekler dile getirilmeye başladı. Ancak bu isteklerin ciddîye alınması, 1994’te Mandela’nın Güney Afrika Devlet Başkanı seçilmesinden sonra Fransa’ya yaptığı resmî başvuru sayesinde mümkün oldu.
Yıllar süren mücadelelerden sonra, nihayet, 2002 Mart’ında, Fransa “bir kadın olarak aşağılanan ve bir Afrikalı olarak sömürülen Saartjie Baartman’ın itibarını iade etmeye” razı oldu. Aynı Jeanne d’Arc gibi iade-i itibarı sağlanmış doğumundan 200 yıl sonra, Fransa’dan geri alınarak 6 Mayıs 2002 tarihinde anavatanında toprağa verilmişti.
Batılılar kadına şiddette bu kadar ileri gittikten sonra bizim yerli Batılılar geri kalır mı? Aynı bunlar gibi insanlık onuruna aykırı bir şekilde kadınlarımıza dehşetli zulümler yapılmıştır. İşte bunlardan bir tanesi 25 Kasım 1925 Tarihinde kabul edilen Şapka Kanunu vesilesi ile olmuştur.
Şapka Kanunu basit ve geçiştirilebilecek bir şey değildir. Zira bu kanun ile “bu devrimlere uymazsanız sonunuz nice olur” denilerek hemem hemen her ilimizde idam cezaları uygulanmış hatta yetmemiş gibi Erzurum’da şal satan Şöhret Ana’yı dahi idam etmişlerdir. Amaç halka korku salmaktı ve bunu bir zavallı kadına şiddet uygulayarak başardılar.
İslam’ın izzet ve şerefini bin yıldır muhafaza eden bu millet, acımasız bir şekilde ezildi, hakarete uğradı. Ne yazık ki Batılılar gibi iade-i itibarı bir kenara bırakın kadına şiddetin öne çıktığı son dönemde bile üniversitelerde bu konuda doğru dürüst bir çalışma dahi yapılmamıştır.
Şapka devrimi nedeni ile kurulan İstiklal Mahkemelerinde yaşanan olaylar birer ibret vesikasıdır. Boş bir ümit ama umulur ki; gerçek tarihi öğrenmek ve halkımıza anlatmak isteyen akademisyenler, tarihimizin bu karanlık sayfasına ışık tutarlar. Sonunda da 100 yıl sonra bile olsa Erzurumlu Şalcı Şöhret Ana’nın iade-i itibarı sağlanabilir.