Bazı kişiler “Abdülhamid’e isyan etti” diyerek Bediüzzaman Said Nursi’ye iftira atmaya devam ediyor. Belli ki bu bilgisizlikleri yüzünden ruzi mahşerde karşılığını acı bir şekilde alacaklar. Böyle bir yanlışa girmek istemeyenler bu yazımı okumalıdır. Zira “iftira etmek” büyük bir kul hakkı doğurur.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Bediüzzaman hayatı boyunca daima “müspet hareket” içinde olmuştur. Kendisine hem Osmanlı Döneminde hem de Cumhuriyet döneminde çok ağır işkenceler yapılmasına rağmen daima asayişin lehinde olmuştur. Vefatından önce yapmış olduğu son konuşmasında talebelerine asayişin lehinde hareket etmelerini defalarca tekrar ederek müspet hareketin ne derece önemli olduğunu bizzat hayatı ile göstermiştir.

Çünkü dâhildeki cihat ile hariçteki cihat çok farklıdır. Dâhilde silahla mücadele edilmez. Fakat bir düşman devletle savaş olduğu vakit işte o zaman her şey bir kenara itilir. İşin ucunda ölüm olsa bile savaştan kaçılmaz. Nitekim Bediüzzaman medrese hocası olduğu halde 1. Dünya Savaşı başlar başlamaz gönüllü talebeleri ile cepheye koşmuş yıllarca Ruslara karşı savaşmıştır. Sonunda ağır yaralı olarak esir düşmüş ve Bolşevik İhtilalinden yararlanarak esir kampından kaçmayı başarmıştır.

Bediüzzaman’ın hayatını okuyanlar niçin İstanbul’a geldiğini çok iyi bilirler. Nitekim Doğu’da Medresetüz Zehra Namı ile bir darülfünun yani üniversite kurmak için Van valisinin mektubu ile Padişah Abdülhamid’e bu önemli projesini aktarmak için geldiğini görmemek için çok cahil olmak gerekir.

Fakat gel gör ki Abdülhamid’in etrafını sarmış olan özellikle Sabetaycı Masonlar bir türlü Abdülhamid ile görüşmesine fırsat vermezler. Üniversite yerine Abdülhamid’in özel parasından vererek (ihsan-ı şahane) kendisini Van’a yani geriye göndermek isterler.

Elbette Bediüzzaman gibi büyük bir İslam âlimi böylesine hayırlı bir iş için ihsan-ı şahaneden de olsa verilecek parayı kabul etmez. İşte bundan sonra kıyamet kopar. Bediüzzaman’ı önce hapishaneye sonrasında da tımarhaneye atarlar. Bu zülüm karşısında dahi Bediüzzaman isyan etmez.

Yıllar sonra İttihatçılar Abdülhamid’i darbe ile tahttan indirdiğinde bu sefer İttihatçılar Bediüzzaman yine hapse atarlar. 31 Mart Vakasında yani 1909 yılında isyan eden askerleri yatıştırdığı halde askeri mahkemede kendisine “sen de Şeriat istemişsin” diye sorulduğunda “Şeriat için bin başım olsa her gün birisi kesilse feda olsun” diyecek kadar cesaret sahibi bir insandır.

Cumhuriyet döneminde Eskişehir, Denizli, Ankara, Afyon, İstanbul ve Samsun mahkemelerinde de suçlayıp yargılama yaparlar. Bütün mahkemelerden beraat eder. Sadece Eskişehir Mahkemesinde tesettür ayeti yüzünden 11 Ay hapis cezası alır. Hapiste iken defalarca zehirlenerek öldürülmesine çalışıldığı halde yine isyan etmez.

Şimdi kalkıp “Bediüzzaman halkı Abdülhamid aleyhinde kışkırttı” diyenlere iftira atmak ise büyük bir sorumluluk ve vebal getirir. Bu nedenle tarihi gerçekleri çarpıtmak yerine 83 yıllık hayatını anlatan kitapları okumalarını tavsiye ediyorum. Bu vesile ile çok sual edilen bir konuya da açıklık getirelim:

Deniliyor ki: “ Bediüzzaman, Meşrutiyetin ilanından sonra neşretmiş olduğu nutuklarda Abdülhamid aleyhinde konuştu ve halkı Abdülhamid’in tahttan indirilmesi için zorladı”.  Bunun doğru olmadığını bir sonraki yazımda izah edeceğim. Burada şu kadar söylemek isterim ki; Bediüzzaman’ın Meşrutiyetin ilanından sonra yapmış olduğu nutuk, Misbah gazetesinde 2 Ekim 1908 tarihinde tam metni ile yayınlanmıştır. Burada Abdülhamid aleyhinde tek bir kelime geçmemiştir. Tam tersine “Ey Hürriyet-i Şer’i” diyerek başladığı nutkunu “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber (asm)” şeklinde bitirmiştir.