Aslında bu nutuk Abdülhamid’i desteklemektedir. Çünkü o yıllarda Meşrutiyeti ilan ettiği ve Kanun-u Esasi yani anayasayı imzaladığı için birçok kişi tarafından “din düşmanlığı” ile suçlanmıştır. Abdülhamid gibi hayatını İslam’a hizmet için sarf eden birisine “dinsiz” diyen gerçekten de “yobaz” ithamına layık insanlar bugün az da olsa hala vardır. Bunlar padişahlık sistemine bir kutsiyet atfederek Meşrutiyeti, dinsizlik olarak görmektedirler.

Selanik’te de sözlü olarak dile getirilen bu nutuk ile ilgili olarak bir makale hazırladım. Eğer burada iftiralara cevap olarak vermeye kalksam yazının hacmi iki katına çıkacaktır. Dileyenler ister bu yazıyı okur ya da internette Misbah gazetesinde tam metni yayınlanan bu yazıyı bilgisayarlarına indirerek inceleyebilirler.

İşte bugünkü makalede; Abdülhamit ile Bediüzzaman arasındaki ilişkileri çarpıtarak aktaran kişilere genel bir cevap verilmektedir. Aksini söyleyenlere her ortamda cevap vermeye hazırım. Lakin bu yazımı en azından bir kere okumak şartıyla…

Şimdi yapılan iftiralara cevaplara geçelim. Cevaplar bazı okumayı sevmeyen kişiler için uzun gelebilir lakin bunlar da iftira atmadan önce iyi düşünmeli ve kendilerini sorgulamalıdırlar. Bu yazı onlar içinde bir fırsattır. Soru ve cevap tarzında neler söylenmiş bir bakalım.

Birinci soru ve iftira: “Halife Hakan Abdülhamit Han’ı devirmek isteyenler içerisinde Bedîüzzaman’ın da bulunduğunu ve Sultan’ı “devirmek” gibi bir işin içinde olduğuna dair suçlamalar yapılıyor.

Cevabını hak etmedikleri halde kavli leyin ve yumuşak bir üslup ile vereceğim:

Bediüzzaman’ın Padişah Abdülhamid’i devirmek gibi bir çabası olmamıştır. Hayatını bilenler ve yüzlerce kitabını okuyanlar Osmanlı Devletini ayakta tutmak için Bediüzzaman’ın ne büyük çaba gösterdiğini rahatlıkla anlayabilirler.

Bırakın Abdülhamid’i kendisine zulmeden İttihatçıları dahi devirmeyi düşünmemiştir. Zaten bu konuda hiç delil de yoktur. Lakin Abdülhamid’e yönelik “eleştirileri” vardır. Her eleştiri yapanı “Sultan’ı devirmek istiyor” demek ancak hastalıklı bir bakışın mahsulüdür. Bu konuda yakın tarih ile ilgili çalışmaları ile ön plana çıkan Mustafa Armağan ne diyor:

“Said Nursi’yi, Sultan Abdülhamid’le olan ilişkisinde ve eleştirilerinde çağdaşlarından ve özellikle Mehmed Akif’ten ayıran asıl ince nokta, muhalefetini şahsîleştirmeyişidir… İstanbul’daki ilk yılında her biri Abdülhamid’e düşman olmasına yetecek kadar ağır tecrübeler (akıl hastanesine kapatılmak ve tutuklanmak, sorgulanmak vs.) yaşamış bulunan Bediüzzaman’ın yine de diğer muhaliflerden ayrıldığını net olarak görebiliyoruz. O, Sultan Hamid hakkında, prensiplerden hareket etmek suretiyle hükümler vermeye devam etmiş ve meseleyi şahsîleştirmekten ısrarla kaçınmıştır.

Bediüzzaman, Abdülhamid yönetim tarzını “hafif istibdad” diyerek eleştirmiştir. Fakat eleştirilerinde dahi Abdülhamid’e karşı çıkanların safında durmamış tam tersine Abdülhamid’i savunmuştur.

Münâzarât isimli eserinde “Sultan Abdülhamid’inki, bir şahsın mecburi, cüz’î ve hafif istibdadıdır” demiştir. Bediüzzaman’ın, Abdülhamid Han’ın idaresine yönelik eleştirel tavrını, o tarihlerde başka yazarların yaptığı gibi moda olan ölçüsüz ve bayağı suçlamalarla bir tutmak, çok çirkin bir iftiradır.

Bedîüzzaman’ın hayatını okuyanlar onun kişilik olarak son derece pervasız, hak bildiğini ölümüne söylemekten çekinmeyen mücadeleci bir yapıda olduğunu gayet iyi bilirler. Nitekim bunu Ruslara karşı talebeleriyle birlikte verdiği savaş yıllarında hatta esir kampında kurşuna dizilecekken görmüşlerdir.