Buna karşılık bazı akademisyenler Kürtçe, İngilizce ve Farsça’yı da şart olarak zikretmektedir. Üstelik bu dilleri okuyup yazmak sureti ile çok iyi bir şekilde öğretilmesini istemektedir.

Böyle bir dil okuluna ihtiyaç olabilir fakat Bediüzzaman’ın arzusu bu değildir. Şu safhada gerek de lüzum da yoktur. Zira Bediüzzaman’ın bu okulun kurulmasında gözettiği en önemli hususlardan bir tanesi din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu bir darülfünun, bir üniversitenin hayata geçirilmesidir.

Bediüzzaman şöyle der: “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder” İşte daha başka manalara gelecek bir eğitim tarzını sunmak özellikle de dil eğitimini öne çıkarmak asli amaçtan uzaklaşmayı ifade etmektedir.

Üçüncü husus; medrese eğitimindeki kişisel eğitim konusunda farklı bir anlayış dile getirilmektedir. Medrese usulünde bu hususları özellikle Bediüzzaman eleştirmiştir. Şimdi kalkıp Bediüzzaman’ın rağmına olarak medresedeki gibi şahıs merkezli eğitimi öne sürmek öncelikle Bediüzzaman’a muhalefet etmektir.

Hâlbuki Bediüzzaman “âdet-i müstemirre olan talim-i infiradiyi, halka ve daireye tebdil etmek” zorunluluğunu dile getirmiştir. Yani tek bir hocadan ders almak veya şahıslara bağlı eğitim yerine; amfi ve sınıflardan oluşan halka şeklindeki dersliklerde eğitim, öğrenim istemektedir.

Dördüncü olarak; YÖK sisteminden ve devlet denetiminden bağımsız bir yüksekokul önerilmektedir. Bu ise birçok açıdan mahzurludur. Örneğin emek verip diploma alan öğrencilere “denklik” problemi getirdiği için kabul edilemez. 

Tam tersine Bediüzzaman; “Bir mahreç bulmak (Günümüzde Profesör ünvanına denk gelen bir kadro) ve müdavimlerin tefeyyüzünü temin etmek; hem de mekâtib-i âliye-i resmiyeye müsavi tutmak ve imtihanları, onların imtihanları gibi müntiç kılmak, akîm bırakmamaktır” demektedir.

Devamında şöyle diyor: “Dâru’l-muallimîni muvakkaten şu dârülfünun dairesinde merkez kılmak, mezc etmektir. Ta ki, intizam ve tefeyyüz ondan buna geçsin ve fazilet ve diyanet, bundan ona geçsin; tebâdül ile her biri ötekine bir kanat verip zülcenaheyn olsun” demektedir. Yani Medresetüz Zehra’dan mezun olanlar öğretmen okullarında muallimlik yapabildiği gibi kamu ve özel şirketlerde emsali yüksekokullar gibi denklik ve eğitim standartları açısından zorunluluk gerektiren şartların yerine getirilmesini istemektedir. Bediüzzaman’ın bu konudaki görüşleri gayet açık ve nettir. Yıllarca üniversitelerde eğitimci olarak çalıştım. Bu konularda benim gibi düşünenler daha ziyadedir. Fakat meseleyi çarpıtanlara da rastlanmaktadır. Bununla birlikte bu hususların dile getirildiği forum ve tartışmalara da ihtiyaç vardır. Yukarıda saydığım hususlar ile birlikte diğer konuların da ele alınması çok önemlidir.  Ne yazık ki; Medresetüz Zehra hakkında çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu hususta Risale-i Nur eserlerini okuyan ve istifade eden hocaların kafa yorması, eserler üretmesi şarttır. Özellikle devletin konuya el atarak teşvik edici çalışmalar yapması gereklidir. Ayrıca Medresetüz Zehra konusunda yapılan çalışmalar; kamuoyuna yeterli bir şekilde duyurulmamaktadır. Meydan boş olunca bir çok insan Bediüzzaman’ın hayal ettiğinden çok farklı bir yüksekokul düşünebilmektedir. Nitekim bu ismin kullanıldığı çeşitli okulların inşa edildiğini duyabiliyoruz. Hâlbuki bu konu öncelikle devletin ele atıp öncülük yapacağı bir husustur.

Son olarak şu husus dile getirilebilir. Medresetüz Zehra konusunda ciddi tartışmaların yapılacağı konferanslar düzenlenmelidir. “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden ciddiyetten uzak çalışmalar ve sadece binalardan ibaret yapılar; benim gibi eğitimcileri üzmektedir. Kısaca böylesine hayırlı bir iş için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuya el atmasını bekliyoruz, vesselam…