Bir insansa  keşfetmek istediğiniz yer , bir başka gezegeni anlamak kadar zor olabilirdi işiniz. Güneş bile adil sayılmazdı , ne çok seveni vardı ve ne çok bağımlısı. Her akşam çekip gitmesi yok muydu öyle kibirle , tüm renkleri ,  eteklerinde sürüyerek. Sadakati yok muydu ya ? Her sabah söz verdiği gibi gelerek  güven tazelemesi...
Oysa hep monotonluktan bildik depresyonu. Değişken olmayandan ,  olduğu gibi kalandan aldık hıncımızı. Güven vermek istikrar istiyordu. Bir bebeğin bile her ihtiyacında yanında olmaktı , şefkatti , sabırdı  istikrar. Kelimelerimizle mi oynamıştı  birileri ? At üstünde bile olsa beş vakit secde eden ecdadın şöyle dertleri yoktu mesela ;  bu tatilde nereye gideceğini , ne giyinip ne yiyeceğini ya da  sosyal medyada paylaşacağı hikayesi için yol almayı dert etmiyorlardı. Birileri monoton hayat depresyon kaynağıdır , deyiverdi. Birileri daha  geldi ve değişim : stres deyip kodladı fikrimizi. Bir başka uzman da tuttu, değişim olmazsa insan hafızası körelir , dedi ve gitti. Rahmetli büyükanneme sorarsanız  : “Edepsizliğin  adını,  stres koymuşlardı.”Bizim  zamanımızda anaya, ataya ,eşe ,dosta şarlamak diye bir şey yoktu , şimdi her türlü arsızlığa bir kılıf bulmuşlar ; stres , diyorlar ,derdi. Evet , çocuk yetiştirenler bilir ; her şeye sahip bir çocuğu mutlu edecek  sürpriz bir yumurta olmadığı gibi  her istediğini elde eden yetişkinin de”mutluluk” kavramına yüklemiş olduğu kriterleri yakalamasızorlaşacaktır.. Hayat bir döngüden ibaret ve her şey özüne ait  ki  şehir insanı beton yığınları arasında teraryum içinde , kaybettiği  masalı aramakta. Birilerinin bizlere  medeniyeti konserve kutularıyla sunmasıyla başlıyordu biraz da kayboluş.Hatta  sözelci de olmamalıydık ki birileri adımıza nasıl düşüneceğimize karar versin.. Her şey bilimsel olmalıydı. Formüle edilemiyordu madem ; formülleri yazanı arayacak bilge et parçası tesadüf olmalıydı , neyse bilirsiniz uzun hikâye ..Beyinlerimiz hazır formülleri içmeliydi , hem sayısal hem de yaratıcı zeka ile keşfedecek kadar zeki de olmamalıydık. Bu hiç iyi olmazdı. Kaderlerimiz oyuncak edilmişti söz gelimi ; kız çocukları modacı olmalıydı . Artık ezberci de olmamalıydık , kaç megabayt hafızası vardı teknolojinin. Ebu Hanife duysa elin hafızasına güvendiğimizi ezberlediği kitapları yeniden göstererek…Erkek çocuklarımetroseksüel  ve evlilik sorumluluğuna katlanamayacak kadar rahat yetişmeliydi .Sonra kaybettirilen mutluluğu , sağlığı , aşkı ; yine bizim için yazılıp çizilen masallarda aramaya kalkmalıydık. Alışkanlıklarımız , bağımlılıklarımız ; lahmacundan utandırılıphamburgeri modalaştıran ; Türk kahvesi yerine , garsona  “ WaytÇaklıtmokka“söylemeyi moda saydıran... 
Geçenlerde bir cafede oturuyordum , buraya sosyal medyadan hikaye atmak üzere geldiği her halinden belli bir grup gencin, ellerinde uçuşan telefonlarla  eğlencelerine  tanık olmuştum. Makiyato siparişi vermişlerdi.. Onlar hikayelerini atmış benim deneme yazımın ortasında bir  hikayeye düşmüşlerdi. Gayet samimi olarak :
-Makiyatonun Türkçesi nedir, gençler ? diye sordum. 
-Bilmiyoruz , dediler 
-Garsona soralım , dedim. Garson sözlüye kaldırılmış öğrenci gibi heyecanlanarak gözlerinin mause’u ile ümitsiz , beynini tıkladı. : Bilmiyorum , diyerek havada bıraktı sorumu. 
-Peki içeriği nedir , dedim ?!
- … 
 Gülümseyerek teşekkür ettim adamcağıza  .Gençler de onun bu haline gülerek   kopuyorlardı. Kopuyor muyduk  git gide , bilmiyordum.?!
       Dünyanın öbür ucunda bir masum müslümanın  kanayan  yarasını   hissetmiyor  ya da yurdumun  köşesinde bir şehit anasının göz yaşlarını duymuyor muyduk ?Kahvesinin  kremalı  köpüğünün fotoğrafını  dert edinen , bugün hikayesini orada burada arayan  bir nesil tesadüf değildi. Bize ileri- geri oynayacak bumeranglar   değil , geçmişten ders alıp geleceği kuracak gençlik  gerek oğul!
 Ben seni hala tanımıyordum , dedim ya en çok bu yüzden korkmalıydım senden. Bir kendimizi tanımakla işe başlasak  belki dünyanın kaderini değiştirebilirdik.