Bilmediği şeyden  mi korkar insan ;korktuğundan mı bilmeye yeltenmez ? İşte sana bir bilmece...
Eskiler ; insan bilmediğinin düşmanıdır, derler. Ben sana düşmandım söz gelimi. Seni uzaktan bilmiş olmanın sancısı , beni kabuslara mahkum kılıyordu.Şimdi ne mi değişti ? Bilmiyorum aslında.  Sadece bilmek için bir adım daha atmıştım. İnsanı bilmek ; öyle , yolu izi bilmek gibi , bir yemek tarifini ya da bir dili öğrenmek gibi kolay değildi .Belki onlarca dil bilebilirdiniz ya da  onlarca ülke gezmiş olabilirdiniz fakat bırakın bir başka insanı bilip anlamayı , kendinizi bile tanımış olmanıza yetemezdiniz bazen.Bu yüzden korkmalıydım , korkmalıydık herkesten ve her şeyden önce kendimizi tanıyamadan öte tarafa gitmekten. 
Biraz kafanızı karıştıracağım müsaadenizle “ karışık kafa , boş kafadan iyidir “ der ,sevgili İsmet Özel.
Kader ve zaman , sınırlarını göremediğimiz uçsuz bucaksız bir yoldu kanımca.
Bizler duyularımızın sınırlarından ötesini ; ne ileriyi  ne geriyi bilemeyen yolcular olmalıydık. Söz gelimi; şu an bulunduğum binada , salon  duvarımın arkası gözlerimle göremeyeceğim hadiselere gebe olabilirdi. Duvarın ardında bir başka dairenin ve hayatın olmasında,benim bunu biliyor ya da görüyor olmamamın  hiçbir payı yoktu.Ben arabamla yolda ilerleyen bir yolcuydum.Şu  an İstanbul’da olmam  belki hiç Hindistan’a  gitmemiş olmam ,Hindistan’ın  var olmadığı anlamına gelmiyordu. Geçmiş de gelecek de vardı ve benim bakış açım bulunduğum noktadan ibaretti .Tıpkı iletişimin iki kişilik olması gibi zamanla ve mekanla  da böyle özel  ilişkilerimiz vardı .Bizim hiç tanımadığımız  Hindistan’a dair  bildiklerimiz , bize anlatılanlardan anladığımız kadardı. Bir kitabı okuyarak hayal etmekteki sınırsızlığımız ; aynı kitabın sinema  uyarlamasında ,   senaristin penceresinde ; hayal kırıklıklarına dönüşebiliyordu.Bu yüzden kendimiz mi  tanımalıydık  birçok şeyi ; bebeklerin  her şeyi ağzına götürmesi gibi kendi ellerimizle mi tatmalıydık   ya da bir lokmasını tatmış olduğu yiyeceğin  içeriğini tahmîn edebilecek gözlem gücüne sahip  gurmeler mi olabilmeliydik ? Birileri yalancıydı ve birileri başka gözle görüyordu , birileri de  menfaatleri icabı görmüyordu . Kimsenin gözlüğüyle bakamazdık ; bunu yapmış olsak bir zaman sonra hepimizin gözleri aynı numara olabilirdi , bazı hallerde tek  bir bakış olmalıydı ; ümmet olmak , millet olmak , aile olmak gibi uyumun olmazsa olmaz sayılacağı hallerde bunu  kabul etmeliydik ama  bazı hallerde.… Birinin  elbisesini giymek , onun resmiyle , şiiriyle , şarkısıyla yatıp kalkmak da ruhlarımız arasında görünmez bir bağa davet çıkarabiliyordu.. Henüz şekillenmemiş körpe dimağlarda ya da düşünmeyip başkalarının aklını içerek beslenirken yaratıcının insana verdiği en büyük melekeyi”düşünmeyi” git gide kaybeden kimselerde “fan olmak “ koyunlaşmanın ta kendisi olabilir miydi? Fareli köyün kavalcıları fareler sayısınca çoğalmış mıydı ? Dünyanın globalleşmesi  kavalcıların melodilerinin- veba-  taşıyıcı farelerce her yere  ulaşmasına zemin mi hazırlıyordu ?