Merhamettin, iyiliğinin gerçek sevgilerin hükümdar olduğu büyük büyük saraylarımız vardı. Tüm kötülüklerin, yalanın dolanın demir kıranı baş kesenleriydik biz. Arkadaşımızla pamuk şekerimizi, leblebi tozunu paylaşmak için sıraya girer, bir o zaman ağlardık. Kim önce çürütse canı çekimliğini, o kalbin sultanı da kralı da hükümdarı da o olurdu. Bir fincan kahveye kırk yıl hatır bağlamaz, vefayı bozada duymazdık. Güven kaygılarımız, hayal kırıklarımız girmezdi eşikten içeri, bir dilim ekmeğimizi yiyen, onlarca tebessümünü bırakırdı yer sofralarımıza. “Tebessüm etmek sadakadır”... İyiliği kapıdan kovsak bacadan girerdi. Kimse kimseyi harcamaz, her adımda köşe başlarında insan insanı satmazdı. Belki sarraf değildik, insandan anlamazdık ama milyon verseler bile yine de kimseyi satmadık. Peki şimdi, Rahatınız bozulmasın diye hangi doğrulardan vazgeçtiyseniz, o fiyata satıldınız demektir...” Güzel çocuklardık biz. Yeni Gün caddesinin Yıldız Tepe mahallesinin çocuklarıydık. Her sabah yeni bir güne uyanır, her bir yıldıza sevdiklerimizin ismini koyardık. Mavinin delisi, umudun sevdalılarıydık. Belki eğitimsizdik belki cahildik. Her şey parmak ucumuzda değildi, kötülüklerin eğitimi verilmiyordu televizyonlarda. Küçük ev vardı. Dallaslarımız Barbilerimiz Ceyarlarımız, anlayamadığımız. TRT-1, Samanyolu, Kanal 7 de verilen, Sırlar Dünyası, Büyük Buluşmalar, Hakkını Helâl Et dizileriyle büyüyen kötülükten korkan koca koca imanlı çocuklardık biz. Ebeveynlerimizin, hastaneye giderken çocuklarını emanet ettiği evinin anahtarını gözü kapalı verdiği Güler ablalarımız vardı. Kömürsüz soğuk kışlar vardı, sağır kör değildi komşularımız. Kömürlüğünden çuvalı kapan, sofrasından ekmeğini bölen mahcupça tıklatırdı tokmağı. “Ev almaz komşu alırdık, komşu komşunun külüne muhtaçtı” çünkü... İyiliğin kırk yıl kölesi olan, yanakları al al, helallik isteyen annelerimiz vardı. Küsmeyi bilmez, nefreti tanımazdık. Bizlerde ihanet sadece ve sadece oynadığımız oyunlara geç kalmaktı, öyle sanırdık. Düştüğümüzde eliminden tutan, üzerimizin tozunu atan, dostlarımız çoktu. Kazma kürek ağır gelirdi ellerimize kuyu kazmazdık. Ayşelerimiz Ahmetlerimiz hep vardı etrafımızda pervane. Kimse kimseyi itmez, kimse tuttuğu eli bırakmazdı. Lakin; Her şeyin yalan olduğunu fark ettiğin yerde, sen ne kadar doğru olabilirsin ki. Her yalan bir insan kaybettirir. Bir doğru çok şeyi değiştirir. Ve biz önce, koca koca masumiyetimizi, sonrasında dev aynalarda gördüğümüz onca güveni kaybettik