6 Temmuz 2019 tarihinde Bursa İhtisas ve Stratejik Araştırmalar Grubunun davetlisi olarak bu güzel şehrimizde “Türkiye de Sabetaycılık” başlıklı bir seminer verdim. Her ay yapılan seminerlerin 211. Toplantısı da bana denk geldi. Oldukça değerli takipçilerin olduğu bu yemekli seminerde kimsenin cesaret edip konuşamadığı konular gündeme geldi. Sabetaycıların Türk siyasi hayatına etkileri, katılımcıların çok mühim soruları ile beraber tek tek tartışmaya açıldı. İşte bu makalede bunların bir kısmına yer vermek istiyorum. Ülkemizdeki güç odakları ve özellikle de Sabetay Yahudileri, medyaya hakim olduklarından “bilinmeyenleri yazmak” oldukça netameli bir iştir. Bu nedenle düşünce ufkumuza yeni bir şeyler katmak zarureti bulunmaktadır. Hükümet içinde de oldukça güçlü olan bu gizli Yahudiler, sırları açığa çıkmasın diye her türlü fena yola tevessül etmektedirler. Hatta Sabetaycılığın 2 ana kolu olan Karakaşi ve Kapani grupları; yüzyıllarca süren ve halen de devam eden bir kavganın içinde olduğu halde; bundan kimsenin doğru dürüst bir haberi bile yoktur. O halde boş lakırdılara benzeyen çoğu zaman magazin sınırlarını aşmayan medya mensuplarının ilgilendiği konuların dışına çıkıp bilinmeyenleri yazmaya çalışacağız. Bu sayede Türkiye’nin siyası hayatının nasıl şekillendiği daha güzel anlaşılacaktır. Osmanlı Devletinin son yüzyılında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin çok büyük bir bölümünde; aslen Yahudi olduğu halde Türk isimlerini kullanan ve Müslüman gibi görünen Sabetaycı Aşiretler söz sahibi olmuşlardır. Bu aşiretler arasında çok ciddi kavgalar da olmuştur. Örneğin Kapani grubunun Karakaşilere karşı tasfiye hareketinden bir tanesi “İzmir Suikastı” bahanesi ile gerçekleştirilen idamlardır. Takriri sükun kanunları nedeni ile kimsenin sesini çıkaramadığı “İzmir Suikastı Mahkemeleri” Türkiye’nin siyasi hayatını derinden etkilemiştir. Uzun yıllar tek partili bir yönetim sorunu yüzünden özgürlükler daima askıya alınmıştır. Fakat bu konuda neredeyse ciddi hiçbir çalışmaya rastlanılmaz. Halbuki bu suikast yargılaması; teşebbüs aşamasına dahi geçmediği halde devrin en önemli siyasetçilerinin idamı ile sonuçlanmıştır. Osmanlı Devletinin bakanlarının da yer aldığı bu idamlıklar siyasi yaşamımızı derinden etkilemiştir. Bu mahkemede yargılanan ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının Başkanı Kazım Karabekir’de idam edilecek idi. Lakin bazı subaylar, mahkeme salonuna silahlı olarak girip mahkeme başkanı hakkında “Kel Ali, Kel Ali…” şeklinde tempo tutarak slogan atmaları yüzünden; idamdan kurtulmuştur. Fakat sonuçta diğer muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yöneticilerinin de tasfiye edilip bir kısmının idam edilmesi ve önemli kişilerin de yurt dışına kaçmaları yüzünden Karabekir; yıllarca ev hapsine tutulmuştur. 1926'daki bu mahkemede tutanakları incelediğimizde çok ilginç sonuçlara ulaşabiliyoruz. Örneğin Osmanlı’nın Maliye Bakanı Cavid Bey sorgulanırken kendisine İzmir Suikasti ile ilgili ciddi bir soru sorulmadığı halde bu suçla alakalı olarak idam edilmek durumunda kalmıştır. Çünkü İttihat Terakkiden kalma temizlik operasyonları, yıllarca sonra yeniden benzer şekilde devam ediyordu. Askeri otoriteyi büyük ölçüde eline geçirmiş olan Kapani Sabetaycılar; Karakaşi olan diğer Sabetaycıları mahkeme kararları ile ortadan kaldırıyorlardı. Mahkemede sorulan sorular bu açıdan çok önemlidir: Çünkü suikast olayı ile hiç alakası olmadığı halde “Niçin İttihat ve Terakki Partisini tekrardan kurmaya çalıştığı” ve “Neden Parti Tüzüğü hazırladığı” gibi absürt sorular sorulmuştur. Ayrıca Mahkeme Başkanı Kel Ali tarafından sanki yapılamazmış gibi “hazırladığınız parti tüzüğü neden Halk Fırkasının tüzüğü gibi 9 maddeden oluşuyor?” diye; asıl gayeye yönelik yani parti kapatmaya yönelik sorular sorulmuştur. Unutmayalım ki mahkeme başkanı Kel Ali (Ali Çetinkaya), Halit Paşa isimli milli mücadele kahramanı bir generali; hem de Meclis’te öldürmüş ve kayıtlara bu şekilde geçmiş birisidir.