“Hastalığın teşhisi tedavinin yarısıdır” demiş atalarımız. Öncelikle kimsenin doğru dürüst bilmediği bir hastalığımızı teşhis edelim: Milletimizin en büyük hastalığı namazsızlıktır. Bütün temel sorunların kaynağında bu husus yatmaktadır. İnsanlarımız; abdestsiz taharetsiz gezmektedir. Çünkü kimse hocalarımızı, diyanet görevlilerini, imam ve vaizleri dinlememektedir. Özellikle de Cuma hutbelerinde imam hatipleri ciddiyetle dinlemek yerine çoğu insan uykuya dalmaktadır. Hastalığın teşhisinin doğru olup olmadığını, isteyen her insan test edebilir. Bulunduğu yerde sokaktan geçen 10 kişiye şu suali sorsun: “Hanımefendi- beyefendi; günde 5 vakit farz olan namazınızı kılıyor musunuz?” Cevap olarak sadece 1 kişinin (yazı ile de yazayım sadece bir kişinin) “evet namazımı kılıyorum” dediğini, duyacaktır. Bu konuda çeşitli yerlerde ve mekanlarda anket yapan araştırmacılar; namaz kılma oranının %5 ile % 22 arasında olduğunu tespit etmişlerdir. Hâlbuki Kuran-ı Kerim’de 88 ayet direkt olarak namazın öneminden bahsetmektedir. “Salat” yani namazdan bahseden daha başka ayetler dahi vardır. Ahirzaman Peygamberi Şanlı Nebi Hazreti Muhammed Aleyhissalatü Vesselam ise “Namaz dinin direğidir” buyurarak daha bir çok hadis-i şerifte bu hususu dile getirmiştir. İnsanın tüylerini diken diken eden şu hadiste ise Hz. Âişe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (asm) şöyle buyurdu: “Sabah namazının iki rek`at sünneti, dünya ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır (Müslim, Müsâfirîn 96) Umarım bu teşhise okuyucularım katılıyordur. Yok, “sen ve araştırmacılar, yanılıyorsunuz” diyen var ise yazmış olduğum testi yapabilirler. Şimdi gelelim işin diğer yarısı olan tedaviye… İlk başta akla gelen hususlardan bir tanesi anne ve babaların çocuklarına güzel örnek olması gelmektedir. İkinci hususta ise bu abdestsiz, taharetsiz toplumun; namazın önemini anlayıp kavrayabilmesi için “hatiplerin sözlerine değer vermesi” gelmektedir. Bu iş; sözlerinin yarıdan çoğunun uydurukça konuştuğu hatiplerle olmaz. Özellikle Hıristiyanlara ve Yahudilere benzeyen; haftada bir kez camiye Cuma namazına giden insanlara anlatarak hiç olmaz. Uydurukça ile Türkçe öylesine yozlaştırılmış ki; bir çok insan öz dedesinin sözlerini dahi anlamamaktadır. İşte böylesine acıklı bir hale getirilmişiz. O halde bu feci durumdan kurtulmanın çarelerinden önemli bir tanesini dile getirmek gerekiyor. “Cuma namazının farzlarından birisi olan Cuma hutbesini Arapça okumak” Yahu, Arapçadan habersiz imamlarla bu iş olur mu? Elbette olur. Hiçbir Arapça kelime bilmeyen birisi dahi Ayet ve hadislerden en az bir tanesini okusa, hutbenin farzı gerçekleştirilmiş olur. Sözün güzelliği kısalığındadır. Cuma hutbesini dinleyen her mümin; okunan bu ayet ve hadisin manasını anlamaya çalışıp düşünmeye çalışacaktır. İşte dinimizde imandan sonra en önemli hakikat olan namazın önemi bu sayede anlaşılacaktır. Sakın; “ben namaz kılmıyorum ama kalbim temizdir” diyen ahmakların sözünü dinlemeyiniz. Bu sözü söyleyen birisi eşeğin anırmasından daha çirkin bir ses çıkarmaktadır. Zira ayet ve hadisler ile önemi zikredilen bir hususu anlayamayan birisi; mümin olamayacağı gibi insan da olamaz hayvan da olamaz… İşte İslam’ın beş şartından biri olan namazın ihmal edilmesinin sadece bir nedenini anlatmaya çalıştık. Şimdi konuyu biraz daha açarak niçin Cuma hutbelerinin Arapça okunması gerektiğ