Cuma hutbesinin makamı, ihtar ve ikaz yeri olmasındandır. Yoksa nazari ve siyasi veya dinin detay konularının talim edildiği bir makam değildir. Öncelikle bunu bilmek gerekiyor. Zaten ihtar ve ikazda da tafsil ve izaha ihtiyaç hasıl olmaz, kısa ve öz bir şekilde okumak esastır. En etkili ve hülasa ifade ise; ayet ve hadislerin yorumsuz bir şekilde orijinal şekli ile zikredilmesidir. Bu sebeple Cuma hutbelerinde ayet ve hadislerin zikredilmesi kâfidir. Bunun dışında yapılan şeyler makbul değildir, bidattir. Lakin bidatın olması, Cuma namazının sıhhatine zarar vermez, sadece sevabını azaltır. Gafil olunmaya… Bu bidatleri bahane ederek Cuma terk edilemez. Hadiste “Birtakım insanlar ya Cuma namazını terk etmeyi bırakırlar yahut da Allah onların kalplerini mühürler, artık gafillerden olurlar.” (Müslim, Cuma, 40); “Her kim önemsemediği için üç Cumayı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler.” (Ebû Davûd, Salât, 212). Cuma hutbesinin Arapça okunmasının hikmetlerini madde madde olarak sıralarsak ilk fırsatta şu hususları sayabiliriz: 1. Cuma hutbesi İslam aleminin bir şiarı bir sembolüdür. Ümmetin ortak bir parolası hükmündedir. Tıpkı ezan ve kamet gibi, ümmetin ve dinin dili de Arapça olunca, Arapça okunması ümmet arasında birlik için elzemdir. 2. Cuma hutbesi dinin zaruri ve muhkem olan meselelerinin ihtar ve ikaz edildiği bir makamdır. Yoksa nazari ve teferruatın talim ve ders verildiği bir makam değildir. Bu yüzden, Allah kelamı ile yapılan ihtar ve ikaz, Türkçe veya başka bir dilde yapılan vaazdan daha etkili ve müessirdir. 3. Dinin teferruat ve nazariyatını insanlar on beş yirmi dakikalık Cuma hutbesinden öğrenemez. Onların talimi ve öğrenilmesi başka vasıtalara verilmiştir. Medrese ve okullar gibi. 4. Allah’ın bir kelimesindeki haşmet ve müessiriyet, insanların bir kitabına bedeldir. Bu yüzden, zikir ve ihtar makamı olan hutbede; Allah ve Resulünün kelamını okumak daha manidardır. 5. Müslümanların, hutbede okunan ayet ve hadislerin mealini öğrenmesi zor değildir. Kısacık dünya hayatı için yüzlerce, binlerce kelime ezberleyen, öğrenen adam, ebedi hayatının lazımı olan ayet ve hadislerin mealini öğrenmemesi mazeret değildir. Bizim tembelliğimiz ve keyfimiz için ibadetin şekli değiştirilemez, manası bozulamaz. Kaldı ki, hutbe de, namaz gibi bir ibadettir, yoksa vaaz ve talim makamı değildir. 6. Arap dilinin farkı; çok zengin ve cami bir dil olmasıdır. Aynı zamanda beliğ ve fasih bir dildir. Dünya dilleri içinde hiçbir dil, zenginlik ve beyan keskinliğinde Arapça’ya yetişemiyor. Bunu dil bilimcileri kati delilleri ile ispat ediyorlar. Mesela, Türkçe’de yüz bin kelime varsa, Arapça’da milyonu geçiyor. Gramer açısından da Arapça çok zengin bir dildir. En önemli unsur da Kur’an’ın orijinal dili olması, Allah’ın iradesi ile seçilmiş olmasıdır. Bu konuda İslam alimlerinin beyanları da vardır. Mesela Bediüzzaman şu şekilde izah etmiştir: “Kur’ân âyine ister, vekil istemez. Ümmetteki cumhuru, hem avâmın umumu, burhandan ziyade mehazdaki kudsiyet şevk-i itaat verir, sevk eder imtisale. Şeriat, yüzde doksanı müsellemât-ı şer’î, zaruriyât-ı dinî birer elmas sütundur. İçtihadî, hilâfî, fer’î olan mesâil, yüzde ancak on olur. Doksan elmas sütunu, on altının sahibi Kesesine koyamaz, ona tâbi kılamaz. Elmasların madeni, Kur’ân ve hem hadistir. Onun malı; oradan her zaman istemeli. Kitaplar, içtihadlar Kur’ân’ın âyinesi, yahut dürbün olmalı. Gölge, vekil istemez o Şems-i Mu’cizbeyan (Sözler , Lemaat)”