4. Davetin Amacı Davetin amacı insanları sadece Allah’a kulluk etmeye çağırmaktır. İslâmî davet şüphesiz ki kişilere, gruplara veya din adına sonradan ortaya çıkmış şeylere değil, Allah rızâsı için O’na ve O’nun âyetlerine bir çağrıdır. İyinin, güzelin, adâletin, insanlığın ve bunlara bağlı değerlerin kaynağı İslâm’dır. Kur’an, insanları Allah’a ve bu değerlere davet edip, kendisi de sâlih amel işleyen kimseleri doğru sözlüler (sadıklar) olarak niteliyor. (Fussılet, 41/33) Bu şekilde davet edenlerin başında da Allah’ın elçileri gelir. Onlar insanları Allah’a ve O’na kulluğa çağırırlar. Davet, yolunu şaşırmışlara ilk yardım müdahalesidir. İnsana bahşedilen hayatı Allah’ın istediği hayat tarzına çevirmeye çağrıdır. Davetin amacı, insanların doğru inanıp yaşamalarını, yani İnanç, ibadet ve güzel ahlâk sahibi olmalarını sağlamaktır. 5. Davetin Mukâfatı İnsanları Allah’a kulluğa çağırarak hidâyetine vesile olmanın mükâfatını Yüce Allah şöyle belirtir: “Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: ‘Gerçekten ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet, 41/33) Yani asıl güzel söz insanları Allah’a çağıran, Kur’an’a uymaya davet eden sözdür. “İyiliği emretme, kötülükten sakındırma” şeklinde ifade edilen emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker görevi, fert, aile ve toplumun güven ve huzuru için hayâtî önemi haizdir. Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker İslâm dininin temel prensiplerinden biri olduğu gibi Müslümanların kurtuluşa ermelerinin yegâne sebeplerinden de biridir. Âyeti kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmrân 3/104) İnsanları hakka çağırmak ve batıldan sakındırmak, kurtuluşa ermenin bir gereği olduğunu âyette ifade edilmektedir. Sa’d (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.s), Hz. Ali’ye şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için, en kıymetli dünya malı olan kırmızı develerden daha hayırlıdır.”9 Rasûlullah (s.a.s.): İbn Ebu Cafer (r.a)’den, Rasûlullah (s.a.s.) Muâz (r.a.)’a “dini öğ¬retsin diye” gönderdiği zaman ona şöyle buyurdu: “Allah Te¬âlâ’nın, senin sebebinle bir tek adama hidâyet etmesi, senin için dünyadan da, dünyanın içindeki şeylerden de daha hayırlıdır.”10 İşte asıl köşeyi dönmek böyle olur… Âyet ve hadislerden görüldüğü gibi, İslâm’ı tebliğ etmenin ve yaşanmasına vesile olmanın mükâfatı çok büyüktür. Ebu Hureyre (r.a)’dan Rasûlullah şöyle buyuruyor: “Bir kim¬se, doğru bir yola (hakka) davet ederse, ona tâbi olanların ecirleri kadar kendisi için ecir (sevap) olur. Bu, tâbi olanların ecrinden bir şey eksiltmez.”11 Bu hadis-i şerif, davetçinin sevabını ortaya koyma açısndan oldukça teşvik edicidir. Şöyle bir düşünün; Bir kimsenin Allah’ın dinine girmesine vesile oluyorsunuz, öyle ki bu insanın yaptığı amellerden hiç eksiltilmeksizin size de sevap geliyor. Yani o kimsenin kıldığı namazlar, tuttuğu oruçlar, verdiği sadakalar ve yaptığı diğer iyi ameller zerre miktarı bir eksikliğe uğramaksızın sizin hanenize yazılıyor! Hele bir de sizin hidayetine vesile olduğunuz şahıs bir başka insanın tevhidi kabul etmesine, İslâm’ı yaşamasına aracılık ederse o zaman onunda sevaplarından size eksiksiz yazılacaktır. Eğer o da bir başkasına vesile olursa, o zaman gelen sevapların mükâfatı kat kat fazla olacaktır. Böylesi bir insan adeta sevap üreten bir fabrikaya sahip olmuş gibi olur. Dolayısıyla davet yolunda ki gayretlerimizi artırmalı ve her ortamda tebliğ ve davet için fırsatlar kollamalıyız ki bu sayede sevaplarımızı kat kat artırmış olalım.