Sonunda 28 Şubat 1997’de “eşinin üstünde başörtüsü var” diyerek benimle birlikte on binlerce askeri ordudan atmaya muvaff ak oldular. Başta din adına mangalda kül bırakmayan Cumhurbaşkanı Demirel vardı. Neredeyse her konuşmasında “ordudaki din düşmanlığını kaldıracağız” diye vaatler veren bu zavallı siyasetçi, ilk önce benim gibi askerlerin ordudan atılması için o yıllarda yargıya kapalı olan Askeri Şura kararları ile resmen büyük bir kıyım yaptılar. Askeriyede olanlar böyle de; sivilde durum çok mu farklıydı. Kamu kurumlarında, hatta şirketlerde dahi namaz kılanlara engeller çıkarılıyordu. Namaz kılan kişiler, mesleklerinde liyakatli olmalarına karşın terfileri çoğu zaman engelleniyordu. İşte 1980’li yıllarında yaşanan bu olaylara, denizcilik hatıralarında yer vermemek olmazdı. O halde bu hususlara da yer verip Türkiye’de yaşanan acı gerçekleri genç nesillere ibret almaları için anlatmak gerekiyor. Artık olanlar oldu ve bitti. Bütün bu fenalıklar geçmişte kaldı. Ruz-i Mahşerde bunların hepsinin hesabı sorulacak. Zira zulmü yapanların çoğu toprak olup kabir azabı ile meşgul durumdalar. Biz şimdi önümüze bakalım. Zira benim öğrencilik yıllarında yaşadığım bu kötü hatıralara karşın çok güzel icraatlar yapılıyor. Başörtüsüne karşı gösterilen öfke ve hınç duyguları neredeyse hiç kalmadı, diyebiliriz. CHP’li siyasetçiler dahi “başörtüsünden sana ne kardeşim!” diyecek kadar özeleştiri yapabiliyorlar. Fakat bundan sonra aynı muamelelere maruz kalmamak için neler yapılabilir biraz da buna bakalım. 15 Temmuz 2016 darbesinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan askeri okullarda cami yapılması talimatı vermiş nihayet bu camiler inşa edilmeye başlanmıştır. Yakın zamanda açılacağı gün de gelecektir. Geç de olsa alınan bu karardan dolayı teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Bütün askeri okullarda Batı standartlarına uygun olacak bir biçimde ibadet mahalli açılması bir zorunluluktur. Bölük komutanlarının odalarının hemen yanında fişleme için açılan mescitlere değil; rahatlıkla ve özgürce ibadetlerin yapılabildiği camilere ihtiyacımız vardır. Namaz ile ilgili olarak Meclis’te geçen tarihi bir olayı anlatayım. 1922’de Bediüzzaman Meclis’e davet edilip törenle karşılandığında; karşılaştığı en önemli sorunun namaz konusunda olduğunu ve bu önemli ibadet hususunda ihmal olduğunu görür. Derhal bir beyanname neşrederek namazın önemini vurgular. Meclis kürsüsünde 10 maddelik bu beyanname okununca ilk karşı çıkan Halk Fırkası reisi olur. Mecliste herkesin ortasında “hocam biz sizi ilminizden istifade etmek için davet ettik, siz ilk iş olarak namaza dair beyanname neşrettiniz, aramızda ihtilaf çıkardınız” diye itiraz edince, Bediüzzaman; “Paşa, Paşa, imandan sonra en büyük hakikat namazdır, namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur (reddedilir)” diyerek şiddetle karşılık verir. Namaz konusunda bu denli tepki beklemeyen reis geri adım atar ve Bediüzzaman’dan özür diler. Namazı, sadece Cuma günü kılmakla “namaz kılıyorum” denilmez. Namaz günde 5 defa kılınmak üzere emredilmiştir. Konuyu önemine binaen biraz daha açmak gerekiyor. Zira bu konuda ne kadar izahat yapılsa azdır. Namazın önemini daha iyi anlamak için Kur’an-ı Kerim’e bakmak yeterlidir. Çünkü Kur’an’da 86 yerde namaz açık bir şekilde ifade edilmiştir. Ayrıca namazla dolaylı yoldan alakalı çok ayet de vardır. Sahih hadis kaynaklarında da namaz sıklıkla zikredilir. Birisi Peygamber Efendimiz’e (asm) gelerek dinin başı nedir diye sorması üzerine, Resul-u Ekrem (asm) “Esselatu imadüddin – Namaz dinin direğidir.” Demiştir. Ülkemizde namaz en çok ihmal edilen konuların başında gelir. Her ne kadar halkın çok büyük çoğunluğu Müslüman olduğunu söylese de namaz kılanların oranı en dindar mahallelerde dahi % 20’yi geçmez. Yapılan anketler kimseyi yanıltmasın zira “düzenli olarak namaz kılıyorum” diyenlerin bir kısmı sadece Cuma namazlarını kastetmektedir. Bu durum gerçekten de içler acısıdır. Düzeltmek için çok çaba sarf edilmesi gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığının tavrı bu konuda oldukça ihmalkar ve baştan savmacıdır. Cami mihrabına kiliselere benzer şekilde zincirler çekip imamları ruhban sınıfl arına benzetmeye çalışadursunlar. Veyahut cami girişlerine “çorapsız girilmez” gibi levhalar asıp Müslümanları camilerden kovadursunlar. Hutbe ve vaazlarda çevre korumasından tutun siyasi konulara kadar her konuda gerekli-gereksiz açıklamalar yapan bu resmi kurum; namazla ilgili olarak nasihatlerde çok zayıf kalmaktadır. Hâlbuki İslam’ın imandan sonra en büyük şartı namazdır. Diğer konularda bir kere hutbe ve vaaz verilse, iman ve namaza dair en az 10 kere bahsi gereklidir. Namazın önemini İslam âlimlerinin yazmış olduğu eserlerinde de görmek mümkündür. Örneğin 115 farklı kitaptan meydana gelen Risale-i Nur Külliyatında en çok üzerinde durulan husus iman ve sonrasında da namaz konusu gelmektedir. Hayatı boyunca da namaz konusunda çok titiz olan Bediüzzaman, namazını vaktinde kılar gecikmesine müsaade etmezdi. Hatta mahkemede hâkim izin vermeyince oturduğu yerden kalkıp namazını oracıkta kılması, Müslümanlar içinde gıpta ile karşılanmıştır