1960, 1971, 1980 Askeri darbeleri deniz subaylarını da çok etkilemiştir. Daha önce özgürlük ve hürriyet kavramlarını benimsemiş olan bahriyeliler, darbe yıllarındaki faşist yönetimin de etkisi ile askeri vesayetin payandası olmuştur. Bunun son örneğini 104 amiralin ihanet bildirisinde görmüş olduk.

Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yaşanan bir gemi seyahati o günün şartlarını ve yönetim anlayışını ortaya koymakla birlikte bahriye zabitlerinin askerlik kavramını ne kadar doğru bir şekilde benimsediğini de göstermektedir. M. Celalettin Orhan, “Bir Bahriyelinin Anıları” isimli kitabında başta CHP Genel Başkanı ve birlikte seyahat ettiği yakın arkadaşları Hamdullah Suphi Tanrıöver, Kel Ali, Sâlih Bozok ile birlikte Hamidiye Kruvazöründe geçen hatıralarını anlattığı kitabında insanı düşündürecek ilginç hususları dile getirmiştir.

Deniz Harp Okulunda Amiral Karl Dönitz’in hatıralarını okuturken bir de Celalettin Orhan’ın hatıralarına da göz gezdirmek gereklidir. Maalesef ne Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa ne de Müslüman Amiral Zheng He’den deniz subaylarının haberi yoktur. Zira faşist askeri eğitim hala genç bahriyeli öğrencilere zorla dayatılmaktadır.

Özellikle bazı CHP genel Başkanları ile ilgili efsanelerin ne kadar hayal ürünü, içi boş ve çürük olduğunu işte bu yolculuk ile ilgili hatıralardan değerlendirmeye çalışabiliriz.

Makalenin burasında Osmanlı Devletinde özellikle Bahriye zabitlerinin iyi bir eğitim aldıklarını ve çağdaşlarına göre oldukça cesur ve bilgili olduğunu söyleyebiliriz. Hatta günümüzde aydın olarak geçinen bir çok insandan en az yüz yıl ileride olduğu anlaşılacaktır. Necip fazıl Kısakürek ve bahse konu kitaptaki hatıralar bunu ispatlamaktadır.

Hamidiye’de henüz Mülazım (Teğmen) olan Celalettin Orhan, diğer gemi zabitleri ile birlikte aynı zamanda Bahriye mektebi öğretmeni de olan Hamdullah Suphi’den (Tanrıöver) görüşme talep ederler. Subay salonunda gerçekleşen bu toplantılara daha sonra CHP Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanının milletvekili olan arkadaşları da katılır.

Gemi zabitleri üç tarafı denizlerle kaplı olan ülkemizin güçlü bir donanmaya ihtiyacı olduğunu söylerler. Zira donanma bu dönemde çok ihmal edilmiştir. Fakat Milletvekilleri tam da o günün adamlarıdır. CHP’nin parti politikalarına bağlıdırlar. Farklı seslere ve düşüncelere karşı kulaklarını tıkamışlardır.

CHP Milletvekilleri donanma zabitlerinin şahıslara olan bağlılıklarını test etmek için şu soruyu sorarlar:

“Bahriye demek Rauf (Orbay) demek midir?“

Soruya cevap vermesi için kitabın yazarı olan Mülazım Celalettin Orhan’a söz verirler. O da cevap vermeden önce soru ile karşılık verir:

“Kara ordusu demek Cumhurbaşkanı demek midir?” cevaben milletvekilleri “Yoksa bundan şüphe mi duyuyorsunuz” diyerek şahsa olan bağlılıklarını ifade edince; okkalı bir cevap alırlar. Orhan aynen şunları söyler:

“Şüphe etmiyor bilakis reddediyorum. Kara ordusundaki subay arkadaşlarımı böyle sakim (düşük, aşağılık) bir düşünceden tenzih ederim. Silahlı kuvvetler yalnız ve yalnız devletin emrindedir. Hiç birimiz şahısların emrinde olmayacak kadar karakter sahibiyiz”

Bu sözünün sonunda şu örneği dahi verir:

 “Ordu sadece memleketin olup, hükümetin emrindedir. Hatta o kadar ki; meclis şimdi Cumhurreisini iskat edip tevkifini hükümete ve hükümette kumandanlığımıza emir etse, ben şahsen alacağım emri hiç düşünmeden yerine getiririm”

Tam bu sözü söylediği esnada üst güvertede Cumhurbaşkanı’nın gezindiği ve durduğunu fark ederler. Zira konuşulanları dikkatle dinlediği anlaşılmaktadır. Nitekim akşam yemeğinde neşesi kaçmış bir Cumhurreisi vardır. Yemeğe ve içki sofrasına kitabın yazarı Celalettin Orhan beyi çağırır ve içki ısmarlar.