“Allah’tan başka ilah yoktur” denildiğinde; şöyle bir müjde var ki: Hadsiz ihtiyaçlara müptela, nihayetsiz düşmanların hücumuna hedef olan insan ruhu; bu kelimede öyle bir dayanak noktası bulur ki, bütün ihtiyaçlarını temin edecek bir rahmet hazinesi kapısını ona açar. Bütün düşmanlarının şerrinden emin edecek bir kudretin sahibi olan kendi yaratıcısını bildirir, tanıttırır ve sahibini gösterir. Gerçek malikin kim olduğunu bilerek; kalbini vahşetten kurtarır. İnsanın ruhu elemli bir hüzünden çıkararak ebedî bir ferahı, daimî bir süruru temin eder.
Der ki; Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara karşı zillet içinde minnet edip elem çekme. Onlara bakıp boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Kâinatın yaratıcısı birdir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu talebini bulursun. Hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtulursun…
Hayatı veren ve rızıkla idame eden Allah olduğu gibi ölümü veren de O’dur. Yani, nasıl ki; hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan da yerini değiştirir. Hizmetten ve külfetten kurtarır.
Allah insanı fani dünya hayatından alıp sonsuz bir hayata gönderir. İşte hadisteki şu kelime, fâni insanlara bağırır, der ki; Sizlere müjde! Ölüm, idam, hiçlik, fenâ, inkıraz, sönmek, ebedi bir ayrılık, yokluk, tesadüf değildir. Belki, bir Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir mekan değişikliğidir. Ebedi saadet tarafına yani asli vatanımıza bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabımızın buluştuğu yer olan berzah âlemine bir kavuşma için bir geçittir, kapıdır.
Müjdeler olsun! Sevdiklerimizden ayrılmanın verdiği acıların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Allah, var. Madem O, var ve bâkidir; başkaları ne olursa olsun, merak çekmeye gerek yoktur. Madem Allah vardır o halde her şey var, demektir.
Ey ölüme karşı çaresiz insan! Mezara göçtüğünüz vakit, “Eyvah, malımız harap olup çalışmalarımız hebâ oldu. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip dar bir toprağa girdik” demeyiniz, feryat edip meyus olmayınız.
Çünkü sizin her şeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Allah, sizi celb edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna aldırır.
Ne mutlu o insanlara ki; imanla yaşayıp hizmetini ve vazifesini bitirmiştir. Zahmeti bitmiş; rahata ve rahmete gitmektedir. Hizmet ve meşakkat bitmiş ücret almaya gitmektedir.
Allah, birdir ve her şeye kadirdir. Hiçbir şey O’na ağır gelmez. Bir baharı yaratmak bir çiçek kadar O’na kolaydır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar O’na rahattır. Her günde, her senede, her asırda yeniden yeniye icat ettiği hadsiz sanatlı varlıkları, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şahadet ederler.
İşte ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşu boşuna gitmez. Bir  mükâfat yeri, bir saadet mahalli senin için hazırlanmıştır. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâlin vaadine iman ve itimat et. O, vaadinde hulf etmez yani vaadinden dönmez. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine acizlik müdahâle edemez. Senin küçük bahçeni yarattığı gibi, Cenneti dahi senin için halk edebilir. Ve vaat ettiği için, elbette seni onun içine alacak.
Madem vaadinden dönmek, yalancılık ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette, o Kadîr-i Zülcelâl, O Hakîm-i Zülkemal, o Rahîm-i Zülcemal, vaadini yerine getirecek, saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babamızın asli vatanı olan Cennete koyacaktır.
Adeta bir ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu imtihan yeri için dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini tamamladıktan sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklardır.
Doğrudan doğruya, herkes, kendi yaratıcısı, Mâbudu, Rabbi, Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaktır. İşte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder ve der ki:
Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun?
“Dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat huzurunda bulunmaya mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Bütün Cennet, bütün letâfetiyle, rahmetinin sadece bir parçası ve bütün iştiyak, sevgi, muhabbet, çekim güçleri O’nun muhabbetinin bir ışıltısıdır.
Sonsuz olan Allah’ın huzuruna gidiyoruz. Ebedi ziyafetgah olan Cennete çağırılıyoruz. Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek girmek gerekir, vesselam…