3. Davet Görevi
Davet, tebliğ, Hz. Âdem’le başlamış, öneminden hiçbir şey kaybetmeden günümüze kadar gelmiştir. Kur’an’da şöyle buyrulur:  “Rabbine davet et.” (Kasas, 28/87)  “Hikmetle, güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır.” (Nahl, 16/125) buyurarak inananlara davet görevi bildirilmiştir. Peygamberlerin ayrılmaz vasıflarından biri de tebliğdir. Onlar, Allah’tan aldıkları emir ve yasakları insanlara ulaştırma ve yeryüzünde O’nun râzı olacağı bir hayatın yaşanması adına azamî gayret sarfetmişlerdir. Çünkü bütün peygamberlerin görevi tebliğdir.
Davet, tebliğ ve ıslah çalışmaları, ilk insan/ilk peygamberden son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar resuller ve nebiler tarafından yapılmıştır. Son peygamber Hz. Muhammedn (s.a.s.)’den sonra bu sorumluluk, onun yolunu takip eden Müslümanların sorumluluğu haline gelmiştir. Abdullah İbni Amr İbni Âs ra ‘dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.s.) şöyle  buyurdu: “Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur’an’dan) bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız.”3 Peygamber Efendimiz dinin tebliğine büyük önem vermiş ve ümmete de bu konuda birtakım mükellefiyetler yüklemiştir. Bu tebliğin esasını Kur’an ve Sünnet’in teşkil ettiğinde şüphe yoktur. Herkes Kur’an ve Sünnet’i mükemmel şekilde bilemeyebilir; fakat bir tek âyet bile olsa başkalarına bunu ulaştırmak bir vazifeyi yerine getirmek demektir. Kur’an’dan bir tek âyeti bilen kimse, o kadarını da bilmeyene nisbetle ilim sahibi sayılır. O halde bilen, bildiğini başka insanların istifadesine sunmak zorundadır. Peygamber Efendimiz birçok kere konuşmalarını bitirdikten veya bir bilgiyi ashâba aktardıktan sonra: “Bu sözlerimi, burada bulunanlarınız bulunmayanlara ulaştırsın” 4  buyururlardı. Sahâbîler bu emre uyarak, Rasûlullah (s.a.s.)’den işittikleri sözleri, gördükleri davranışları, onun tasviplerini ve her türlü bilgiyi çok iyi muhafaza ederek hem diğer sahâbîlere hem de kendilerinden sonraki nesillere aktardılar.
İnsanlar, tabiatları gereği her zaman irşad ve davete, öğüt ve nasihate muhtaçtırlar. İyiliği anlatmak ve kötülükten sakındırmak İslâm toplumunun inşa sürecinde temel amaç ve vazgeçilmez unsurdur. Davet sorumluluğu taşıyan birey her konuda titiz olmalı, ihmalkâr davranmamalı sabır ve metanet ehli olmalıdır. Müslüman birey, insanların ıslahı için çaba sarfetmenin, yeryüzünde tevhid ve adaletin hâkim olması için mücadele etmenin sorumluluğunun farkında olmalı, bu sorumluluğun da iyiliği anlatıp kötülükten sakındırmak olduğunu en güzel şekli ile ortaya koymalıdır. Müslümanın inancının gereği olarak iyiliği anlatıp kötülüklerden sakındırması gerekir. Bu mesuliyet, ümmetin her bireyi için, herkesin kendi konumuna, donanımına ve özellikleri ölçüsünde geçerlidir. İslâm, Allah Rasûlü tarafında tebliğ ve davetle  ile yayıldı. Peygamberimize tebliğ görevinden vazgeçmesi için olmayacak şeyler teklif edildi. 
Peygamber Efendimiz, bütün bu teklifleri: “Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseniz vallahi görevimden vazgeçmem”5 diyerek reddetmiştir. İslâm, bazılarının iddia ettiği gibi kılıçla değil tebliğ ile yayılmıştır. İslâm’ı yaymak için İslâm Peygamberi, metodun her çeşidini denemiş ve uygulamıştır.  Bir âyette de: “Sizin içinizden hayra çağıran iyiliği emredip kötülükten vazgeçiren bir topluluk bulunsun.” (Âl-i İmrân, 3/104) “Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü siz iyiliği emreder ve Allah’a inanırsınız” (Âl-i İmrân, 3/110)  buyrularak da tebliğ hareketinin Kıyamete kadar sürdürüleceği bildirilmiştir. “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü güzel bir şekilde önle…” (Fussılat, 41/34) “Rabbinin yoluna hikmet ve güzle öğütle çağır ve onlarla en güzel bir şekilde mücadele et.” (Nahl, 16/125)  buyrularak da davetin Müslümanlar için vazgeçilmez görev olduğu bildirilmiştir.  Bu nedenle  İslâm’ı bilmeyenlere, yanlış bilenlere, eksikliği olanlara, İslâm tebliğ edilmelidir. Allah’a davetin asıl sorumluları, İslâm toplumunu oluşturan  her Müslüman erkek ve kadındır. 
Devamı nasipse yarın...