20. Yüzyıl İslam aleminde büyük çöküşlerin yaşandığı korkunç bir çağ olmuştur. Dinimizi ortadan kaldırmak için akla gelmedik münafıklıklar yapılmış kutsal saydığımız bütün değerlere hücum edilmiştir.

Hangi birini anlatalım. Saymakla bitmez ki! Harf inkılabından tutun Halifeliğin kaldırılıp İslam’ın başsız kalmasına kadar din ve vicdan özgürlüğünün katledildiği acımasız tek parti sultasını yaşadık. Cami minarelerinden ezan yerine tangır tungur şarkı sözlerine benzeyen nidaların yapıldığı acı günler yetmemiş gibi namazın dahi Türkçe okunması için çalışmalar yapıldığına şahit olduk.

24 Temmuz 2020 tarihi bu tahribatlardan bir tanesinin daha ortadan kaldırıldığı önemli bir gündü. Ayasofya camisinde yeniden namaz kılmaya başladık. Bu aziz vatanın evlatları ile beraber bütün İslam alemini sevince boğan bu güzel günü yaşattığı için Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Tahrip kolay tamir zordur. İlki yılda yapılan bir gemiyi bir denizci kolayca batırabilir. Bu nedenle o kadar çok tahribat yapıldı ki bunları tamir etmek oldukça uzun zaman alıyor. İşte Ezan-ı Muhammedi 16 sene sonra 1950 yılında ancak düzeltilebildi. Keza Ayasofya tam 89 yıl sonra yeniden camiye döndürülebildi. Fakat yapılan tahribatlar bunlarla sınırlı değil ki…

1932 Yılından beri bu vatanda Cuma hutbesi Türkçe okunuyor. Halbuki 4 mezhebe göre hutbenin Arapça okunması gereklidir. Lakin dindar insanlar dahi bu bidatin içimize sokulduğundan habersizdir. İşte 1400 yıldan beri Arapça okunan hutbe aynı vaazlardaki gibi Türkçe okunmaya başlamıştır.

Cuma hutbesi okunurken birisine “sus, konuşma” dahi denilmez. Aynı namaz kılarken denilmeyeceği gibi. Fakat hutbede yapılan uydurmalar yani bidatlar o kadar çoktur ki bu nedenle zuhuru ahir namazının kılındığını bile bilmiyoruz. İmam-ı Azam Ebu Hanefi bazı hükümdarların bidatlarından dolayı namaza şüphe gelmemesi için öğle namazının da kılınması gerektiği konusunda fetva vermiştir.

Halbuki bütün bidatlar ve dinde uydurma işler bizzat hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselam tarafından yasaklanmıştır. Bu konuda sadece üç hadis nakletmekle yetinelim:

Rasulullah (asm) şöyle buyurmuştur: 

“Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.”(Muhdes: Dinden olmayan şeyin din adına çıkarılmasıdır) Müslim 867, Nesei 3/188.

“…Yolun en faziletlisi Muhammed’in yoludur. En kötü iş ise sonradan icat edilenlerdir. Her bid’at dalalettir.” Buhari, İtisam, 16.

“Hakikat şu ki; kim benden sonra terk edilmiş bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiçbir şey eksilmeden. Kim de Allah’ın ve Rasulünün rızasına uygun düşmeyen bir dalalet bid’atı icad ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kimseye günah yükletilir, hem de günahlarından hiç bir şey eskitilmeden.” Tirmizi, Müslim, Ebu Davud.

İşte bidatların ne derece tehlikeli olduğunu bu hadislerden kolayca anlayabiliriz. Bununla birlikte Cuma namazlarında hutbenin Türkçe olarak 1932 yılından beri okunmasından kimse rahatsızlık duymamaktadır.

Çin’den tutun Hindistan’a kadar dünyanın her yerinde Arapça hutbe okunduğuna bizzat şahit oldum. Fakat ülkemizde sanki hutbe her toplumun lisanı neyse onunla okunur gibi yanlış bir algı oluşmuştur. Bunun bidat olduğunu dahi bilemeyen nice insanımız vardır.