Bu konuda daha detaylı bilgi edinmek isteyenlerin “Kelam-ı Ezeli ve Hutbenin Arapça Okunması” başlıklı kitabımı okumasını tavsiye ederim. Kitapyurdunda yayınladığım din ve vicdan özgürlüğünü hiçe sayarak dinde uydurmaların yapıldığı bu konuya; tekrar girmeyeceğim. Fakat bunun yerine bazı siyasi liderlerin Arapça yerine niçin Türkçe okunmasını istediklerini izah etmeye çalışacağım…

1930’lu yıllarda dehşetli din düşmanları Kurân’a karşı suikastlarını tercümesiyle yapmaya çalışmışlardır. Demişlerdir ki: “Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” Yani, “lüzumsuz tekrarları herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun” diye ahmakça bir işe girişmişlerdir.

Fakat Bediüzzaman Said Nursi bu konuda yazmış olduğu eserlerle en aklı kıt insanın dahi anlayacağı şekilde izah etmiştir. Bunları kısaca şu şekilde açıklayalım:

Kurân’ın hakikî tercümesinin mümkün değildir.

Lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez.

Herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz.

Kuran yerine meal veya tercümeler camilerde hutbe veya namaz gibi ibadetlerde okunamaz.

İşte bu eserler sayesinde dinsizlerin bu dehşetli planları akim kalmıştır. Fakat bu İslam düşmanlarından ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kurân güneşini üflemekle söndürmeye çalışan ahmak çocuklar gibi çalışmışlardır. Nitekim kitabımı yazdıktan sonra gönderdiğim bazı akademisyen ve ilahiyatçılar açıkça “hutbenin Türkçe okunması gerektiğini düşünüyorum” diye bizzat tarafıma söylemişlerdir. Allah ıslah etsin…

Bu makalede anlamaya çalıştığımız Kuran’ın tekrarlarının ise çok hikmeti vardır. Burada sadece birkaç tanesini söyleyeceğiz ki Kuran’ın yerine hiçbir lisan yerini tutamaz ve ibadetlerde okunamaz:

Her şeyden önce Kuran’ın tekrarı gerektiren bir dua, dâvet, zikir ve tevhid kitabı olduğunu bilmek gerekiyor. Güzel ve tatlı tekrarları ile bir tek cümlede ve bir tek kıssada ayrı ayrı çok mânâları, ayrı ayrı muhatap tabakalarına düşündüren Kuran’ın bu özelliği çok önemlidir.

Koca kâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek, dünyayı kaldırıp onun yerine azametli âhireti kuracak ve zerrattan yıldızlara kadar bütün cüz’iyat ve külliyatın tek bir Zâtın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu ispat edecek ve kâinatı ve arzı ve semavatı ve anâsırı kızdıran ve hiddete getiren nev-i beşerin zulümlerine, kâinatın netice-i hilkati hesabına gazab-ı İlâhîyi ve hiddet-i Rabbâniyeyi gösterecek hadsiz ve nihayetsiz ve dehşetli ve geniş bir inkılâbın tesisinde, binler netice kuvvetinde bazı cümleleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısım âyetleri tekrar etmek, değil bir kusur, belki gayet kuvvetli bir i’caz ve gayet yüksek bir belâgat ve mukteza-yı hâle gayet mutabık bir cezâlettir, bir fesâhattir.

Örneğin birtek âyet olup yüz on dört defa tekrar edilen Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi, Arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç vardır. Değil yalnız ekmek gibi her gün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyak vardır.

İşte Kuran’ın tekrarları bunun gibi çok esaslara bakıyor. Hattâ bazen bir sayfada makamın gereği ve beyanın belagatı icap eder ki; tevhit yani Allah’ın birliği defalarca zikredilmesi gereklidir. Bu durum değil usanç, belki kuvvet ve şevk verir.

Bu konu Bediüzzaman’ın eserlerinde işlenmiş olup konuyu derinlemesine anlamak isteyenlere tavsiye edilir.

İşte Kurân, hem bir şeriat, ahkâm, hikmet kitabı olduğu gibi hem bir akîde, iman, zikir, fikir, dua ve dâvet kitabı olduğunu bu şekilde göstermektedir. Herbiri birer küçük Kur’ân olan ekser uzun sûre ve makamlarda yalnız iki üç maksat değil, hem bir kitab-ı zikir, iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat, hikmet ve irşad gibi, çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri içine aldığı bu şekilde anlaşılmış olur.

Evet, hergün, her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, geçici herbir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla Lâ ilâhe illâllah cümlesini bin defa tekrar ile o değişen perdelerin herbirisine Lâ ilâhe illâllah’ı lâmba yapmak gerekiyor.

İnsanlar Kurân’ı okumakla güzelliğini takdir etmek ve nefsinin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle tekrar ederler. Bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrarla tehdidat-ı Kur’âniyeyi hakikatsız tevehhüm etmekten, Şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyen inkarcılara Cehennem azabı da tam bir adalettir, diye gösterir.

Son sözüm şudur ki; kör adam, güneşin ışığını bilmez. Hasta ağız da suyun tadını alamaz. Bu yüzden Kuran’ın tekrarının hikmetini bilmeyenlere sadece acımak gerekir, vesselam…