Dünya hayatı kalıcı, devamlı olmadığına göre, bu câhilce, so­rumsuzca yaşam niye? Kalıcı olan, devamlı olan âhiret hayatına hazırlanmayı, ona göre hareket etmeyi bırakıp, geçici olan bu dün­yanın zevkine, keyfine kendini kaptıran kişilere acımamak elde de­ğil. Yüce Allah şu şekilde uyarıyor: “Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da, Ahireti bırakıyorsunuz.” (Kıyamet, 75/20-21) İnsanların büyük bir çoğunluğu, dünyaya sanki hiç ölmeyeceklermiş gibi bağlıdırlar ve bu yüzden âhiret hayatını ve ölümü düşünmekten kaçınırlar. Oysa o sımsıkı bağlandıkları dünya hayatı çok kısa ve geçicidir. En uzun yaşayan insan bile bir gün mutlaka ölüp gidecektir. Bunun yanında dünya hayatı, göründüğü kadar bile uzun değildir. Çünkü insan ölümle her an karşı karşıyadır. O açıdan dünyanın geçici bir yer olduğunu asla unutmamalıyız.

Dünya Hayatını İyi Değerlendirmek 

Din, dünyada yaşanır, âhiret dünyada kazanılır. Dünya bir imtihan alanıdır, o yüzden dünyayı âhiret için yaşamalıdır. Ebedî saâdet bu dünyada kazanıldığı için dünya hayatı çok değerlidir. Kıymeti bilinmeli, ömür boşa harcanmamalıdır.

Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bil:

1.Ölümden önce hayatının,

2.Hastalığından önce sıhhatinin,            

3.Meşguliyetten önce boş vaktinin,

4.Fakirliğinden önce zenginliğinin,

5.İhtiyarlığından önce gençliğinin…” (Cami’s-Sağır, c. 1, s. 40)

Hadis-i şerifte açıkça görüldüğü gibi, ölmeden önce haytın kıymetini bilmeliyiz. Dünya hayatının kıymetini bilmek, hayatı anlamak ve anlamlandırmakla mümkündür. Yüce Allah’ın, bize lütfettiği kısa dünya hayatını nasıl değerlendireceğimiz çok önemlidir. Ebedi olan âhiret hayatını kazanmak, ömrümüzün ne kadar kaldığını bilmediğimiz dünya hayatını iyi değerlendirerek yaşamamıza bağlıdır. Bu sebeple Yüce Allah’ın bizi hangi maksatla yarattığını bilerek, ona uygun bir şekilde yaşamalıyız. Önemli olan bizim bu dünyada emanetçi olduğumuzu fark etmektir.  Bu şuurda olan insan, geçici olan dünyaya hırsla bağlanmamaya ve ebedi hayatını mahvedecek yanlışlıklar yapmamaya çalışır.

Mü’minler olarak biz, dünya hayatında kazandıklarımızın gerçek sahibi olmadığımıza inanırız. Hikmet ehlinin ifadesiyle; Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi; Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan! Oyalanma vasıtası olan malın kazanılması ya da kaybedilmesi âhiret hayatı ile bağlantılı düşünüldüğünde çok fazla önem taşımamaktadır. Asıl dikkat edilmesi gereken nokta, dünyadaki varlığımızın hesabını, âhirette kolaylıkla verebilmektir. Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas,  28/77) Bu âyet-i kerime, dünyaya dalıp âhireti unutmamayı, dünyada verilenlerden istifade ederek ve gerektiği gibi kullanarak ebedi mutluluğu elde etmeyi, ömrümüzün kısalığını ve geçiciliğini unutmamayı, kendimizi daima murakabe ederek hayatımızı kontrollü bir şekilde sürdürmemizin lüzumunu vurgulamaktadır. Yüce Allah Şöyle buyurur:  “İman eden ve sâlih amel işleyenler için güzel bir gelecek ve mutluluk vardır.” (Ra’d, 13/29) Âyette, güzel bir gelecek ve mutluluğun, iman edip sâlih amel işleyenlerin olacağı belirtilmektedir. Çünkü iman etmek ve bu imanın gerektirdiği şekilde güzel davranışlarda bulunmak, helâl ve haram kavramlarını en ince noktasına kadar düşünüp bu doğrultuda hareket etmek, mü’min için gerekli davranışlardandır. Çünkü dünya ve âhiret saadeti bu şekilde kazanılır.