Beytüllahim Üniversitesi Filistin Enstitüsü Biyo-Çeşitlilik ve Sürdürülebilirlik Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mazin Qumsiyeh, "İşgalci İsrail hükümeti Gazze'deki akiferlere saldırılar düzenleyerek bölgenin günlük su ihtiyacının karşılanmasını engelledi. 2007'den beri abluka altına alınan Gazze'de şahit olduğumuz hadiseler tamamen yavaşlatılmış soykırımdır." dedi.

Mazin Qumsiyeh ve Türkiye Su Enstitüsü Uzmanı Tuğba Evrim Maden, İsrail hükümetinin Filistin'deki doğal kaynaklar üzerinden sürdüğü işgalci su politikalarını AA muhabirine değerlendirdi.

Prof. Dr. Qumsiyeh, Dünya Bankası'nın yayımladığı araştırmaya göre, su ihtiyacı ve yenilenebilir su kaynağı kullanılabilirliği arasındaki farkın Arap dünyasında 2040-2050 yılına kadar yüzde 16'dan yüzde 51'e çıkacağını söyledi.

Filistinlilerin günlük evde kullanım ve tarım faaliyetleri için çok az su kaldığını belirten Qumsiyeh, "Batı Şeria ve Gazze'de şu andaki su talebi 567 milyon metreküp ancak sağlanan su 170 metreküptür. Dünya Bankası, 2040-2050 yıllarına kadar 1587 metreküp bir taleple karşılarken, tedarik miktarı ise 96 metreküpe düşeceğini belirtiyor." diye konuştu.

Batı Şeria'daki su kaynaklarının yüzde 90'ının İsrailli işgalcilerin kullanımı için alındığını belirten Qumsiyeh, şöyle devam etti:

"Ben Beytüllahim'de yaşıyorum. Filistin'deki diğer tüm işgal edilmiş topraklar gibi İsrail’in işgalci sistemi burada da bizleri etnik bir temizliğe mahkum ederek doğup büyüdüğümüz topraklarımıza ve doğal kaynaklara erişmemize engel oluyor. Ancak iki milyonluk Gazze halkı daha vahim durumda. Günde ortalama dört saat elektrik alabiliyorlar. Halk, su kaynaklarına erişimde ciddi sıkıntılar yaşıyor. İşgalci İsrail hükümeti Gazze'deki akiferlere saldırılar düzenleyerek bölgenin günlük su ihtiyacının karşılanmasını engelledi. 2007’den beri abluka altına alınan Gazze'de şahit olduğumuz hadiseler tamamen yavaşlatılmış soykırımdır."

Zehirleyen İsrail atıkları

Filistin'de B'tselem adlı (İşgal Edilmiş Topraklarda İnsan Hakları İçin İsrail Bilgi Merkezi) Araştırma Merkezi'nin "Made in Israel: Exploting Palestinian Land for Treatment of Israeli Waste" raporuna göre, İsrail'in her yıl 350 bin ton zehirli atık ile Filistinlileri zehirlediğini aktaran Qumsiyeh, şöyle devam etti:

Biyo Çeşitlilik ve Sürdürülebilirlik Enstitüsü'ndeki öğrencileriyle İsrail hükümetinin çevreye yönelik işgalci politikalarına karşı yıllardır bilimsel çalışmalarda bulundukları bilgisini veren Qumsiyeh, "Filistinli topluluklara zehirli atığı bırakan İsrail sanayi kolonilerinin sağlık üzerindeki etkisini belgeledik. İsrail, kendi topraklarında istenmeyen insanlığa ve tabiata ciddi tahribatlar veren çeşitli atık maddelerini Batı Şeria'ya taşıyor. Bunlar bulaşıcı tıbbi atık, kullanılmış yağlar, çözücüler, metaller, elektronik atık ve piller. Bunların hepsi İsrail’in ürettiği kentsel ve endüstriyel yan ürünlerin atıkları. Bu atıkların yaklaşık yüzde 60'ı kullanılmış çözücüler de dahil olmak yağlar ve diğer malzemelerdir. Atıkların yaklaşık yüzde 10'u çoğunlukla bataryadan lityum pillerden oluşan sanayi atıklarını içeriyor." ifadelerini kullandı.

"Gazze’de 2020 yılında içme suyu kalmayacak"

Türkiye Su Enstitüsü (SUEN) Uzmanı Tuğba Evrim Maden ise İsrail'in 1967 öncesinde su kaynaklarını kendi tekeline alarak, bunu Filistin'deki tarımsal, endüstriyel ve çevresel tüketime yönelik ket vurma unsuru olarak kullandığını söyledi.

İsrail’in gerçekleştirdiği operasyonlarda su kaynaklarını hedef aldığının altını çizen Maden, "İsrail’in özellikle 2008 ve 2014 yılları arasında gerçekleştirdiği operasyonlar (Gazze savaşı, Dökme Kurşun Operasyonu, Koruyucu hat) sonucu yaklaşık 35 milyon dolarlık hasar meydana geldi. Yaklaşık 1,5 milyon insan bu durumdan etkilendi. 2014 operasyonunda 1,4 milyon insan suya erişemedi." bilgisini paylaştı.

Yoğun yeraltı suyu kullanımı nedeniyle kıyı akiferinin tuzlandığını ve kirlendiğini, artık insan tüketimine uygun olmadığını söyleyen Maden, şöyle devam etti:

"İsrail'in gerçekleştirdiği operasyonlarda desalinasyon ve arıtma tesisleri zarar görmüştür. Filistin Su İdaresi'ne göre Gazze'deki nitrat seviyesi yüksek olduğundan arıtılmış suyun yüzde 90'ı kirli. Bu durum ilerde su kaynaklı hastalıkların yayılmasına neden olacaktır. Gazze'de elde edilen suyun sadece yüzde 18'i içme için kullanıma uygundur."

Filistin'de kişi başına düşen su miktarının 70 litre olduğunu söyleyen Maden, "Bazen bu rakam günde 20 litreye düşüyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre bu rakam en az 100 litre olmak zorundadır. Gazze ve Batı Şeria'da su, kalite ve miktar bakımından insani kullanım için yetersiz. İnsani boyutta, özellikle Gazze ilerleyen yıllarda yaşanamaz hale gelecektir. BM raporuna göre, Gazze'de 2020 yılında içme suyu kalmayacaktır." diye konuştu.

Maden, bölgede suyun tükenmesi dolayısıyla tarım ve sanayi faaliyetleri yapılamayınca, insanların zorunlu olarak bulundukları yeri terk etme riski ile karşı karşıya kalacaklarını vurguladı.

Oslo Geçici Uzlaşısında su

Maden, 1995 yılında imzalanan Oslo Geçici Uzlaşısının (Oslo II), İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki su meselesini derinlemesine ele aldığını, bu uzlaşının aslında beş yıllık geçici bir anlaşma olduğunu fakat hala geçerliliğini koruduğunu söyledi.

Bu anlaşmaya göre Batı Şeria'da en önemli su kaynağı olan dağ akiferinin yüzde 90'ının İsrail tarafından çekildiğini ve kalan yüzde 10'luk kısmının Filistin'e kaldığını dile getiren Maden, "2010 tarihli BM raporuna göre, 1995-2010 yılları arasında Filistin'de kuyu açma izni verilmemiştir. Teknik sorunlar ve İsrail'in engelleri nedeniyle bu kuyulardan çekilen su miktarı daha azdır. Ayrıca, Batı Şeria'da boru hatları ve su yapıları eskimiş ve yıpranmış olduğu için de suyun 1/3'ü iletim sürecinde yok olmaktadır. İsrail, Filistin'in bu yapıların onarımına ilişkin tekliflerini reddetmektedir." ifadelerini kullandı.

Maden, suya erişememenin, insanların günlük yaşamlarının yanı sıra sanayi ve tarım gibi alanları da olumsuz etkilediğini ve bu sektörlerin gelişmesini engellediğini belirterek, "Ekonomik olarak gücü olanlar su ihtiyacını çok yüksek fiyatlara paketlenmiş su satın alarak karşılıyor." diye konuştu.