Ortadoğu’da özellikle Suriye ve Irak’ta devam eden olaylara yönelik İran’ın izlediği politika durumu içinden çıkılmayacak bir hale soktu. Irak’ta Musul’u terör örgütü DAEŞ’ten kurtarma operasyonu sürerken İran destekli Haşdi Şabi grubunun ön plana çıkarılması ilk krizi oluşturdu. Bunu takip eden süreçte Suriye’de İran destekli gruplar ile Esed rejiminin Halep’e yönelik ağır saldırıları ve sivillere yönelik katliamı ise bölgedeki İran krizinin devamı niteliğindeydi. Türkiye’nin liderliğinde ve Rusya’nın girişimleri sonucu bölgede ateşkes ilan edilerek, sivillerin katliamdan kurtarılması için bir yol açılırken, İran destekli gruplar ve Esed, bu girişimi baltalamak için birçok kez yardım konvoylarına saldırılar düzenledi. 


Suriye’de ve Irak’ta bunlar yaşanırken Yemen’de de durumlar farklı değildi. Ülkede 19 Mart 2015’te İran destekli Husiler ile Suudi Arabistan öncülüğünde koalisyon arasında başlayan çatışmalar devam ediyor. 31 Ocak 2017’de Husiler, Kızıldeniz’de görevli Suudi Arabistan’a ait savaş gemisine saldırı düzenlerken bunu 7 Şubat 2017’de başkent Riyad yakınlarındaki askeri üssün balistik füzeyle vurulması izledi. Her iki gelişme de bölgede gerginliği artıran iki olay olarak yorumlandı. 

Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, 8 Şubat’ta yazdığı “O füzeler Mekke’ye düşmeden…” başlıklı köşe yazısında Husiler’in, Mekke’ye yönelik bir füze saldırısının büyük felaketlere yol açacağını belirtti. 

İran’ın bölgedeki mezhepsel tutumuna ilişkin olarak SETA Ortadoğu uzmanı Can Acun, Tahran’ın Pers İmparatorluğu hayali içerisinde olduğunu ve politikalarını ‘İslam’ makyajıyla gerçekleştirmek istediğini belirtti.

SETA Ortadoğu Uzmanı Can Acun, İran’ın imparatorluk hayali kapsamında izlediği politikayı değerlendirdi.

İran’ın Suriye, Yemen ve Irak’taki mezhep yanlısı politikasını nasıl yorumluyorsunuz? 

İran’ın mezhepsel politika izlemesinin bir tarihsel arka planı var. ABD’de gerçekleşen 11 Eylül terör saldırısından sonra kontrolsüz bir şekilde Afganistan ve Irak gibi Sünni devletlerin ABD tarafından işgali İran’a bölgede jeopolitik açıdan geniş bir alan açtı. Bunu da İran’ın kendi hedeflerini gerçekleştirmek için sonuna kadar kullandığını gördük. Burada mezhep kartını kullandı. Bölgede yeniden Pers İmparatorluğu’nu döneminin gücüne sahip olma çabalarını gördük. Irak’tan Suriye’ye oradan da Lübnan’a uzanan bir Şii hilali oluşturmak istendi. Bunu gerçekleştirirken de ABD ile birlikte adı konmamış bir bağlantı içerisine girdi. Özellikle Obama döneminde iki ülkenin çıkarlarının örtüştüğü ve bölgede birlikte hareket ettiklerini gördük.

İran’ın izlediği mezhep politikası Ortadoğu’yu nereye sürükleyecek? 

İran, Türkiye’nin aksine kaostan beslenen devlet aygıtlarını bölgedeki kaosu istismar etmek için dizayn etmiş durumda. Devrim muhafızlarına bağlı Kudüs güçlerinden İran’ın çeşitli devlet altı aygıtları, bölgedeki vekil unsurları ve terör örgütlerini kullanmak üzere dizayn edilmiş. Bir yandan mezhep çatışmasını diri tutarak bölgedeki Şiileri kendine bağlamaya çalışırken, bir yandan da kaos oluşturmak istiyor. Bu kaostan yararlanarak bölgedeki diğer ülkeleri kontrol altına almak ve kendisine rakip olarak gördüğü Türkiye ile Suudi Arabistan gibi Sünni ülkeleri de baskı altında tutmaya çalışıyor.

Suriye’de 3’lü mekanizma içerisinde yer alan ve mezhepçi politikasını Suriye ve Irak’ta sürdürmek isteyen İran’a karşı Türkiye nasıl bir politika izler? 
İran aslında zoraki olarak Suriye’deki çözümün bir parçası olmak durumunda kaldı. Rusya’nın baskı yapmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Burada aslında şu da görüldü: İran bölgedeki çatışmaları ve savaşı hem askeri hem de ekonomik olarak daha fazla ne kadar kaldırır? Bu konu İran içerisinde tartışılmaktaydı. 6 yıllık Suriye savaşının maliyeti İran’a 100 milyardan dolardan fazla oldu. Türkiye burada Rusya ve İran arasındaki yarışmayı değerlendirmek istedi. Rusya’yla ilişkileri düzeltmenin Suriye’ye yansımaları oldu. Türkiye, ateşkes vb. adımlarla muhalifleri ayakta tutmak için bir takım girişimlerde bulundu. Suriye’nin toprak bütünlüğü gibi İran’ın yayılmacı politikasına karşın Rusya ile Türkiye’nin bazı ortak çıkarları da oluştu. Türkiye açıkçası Astana sürecini hayata geçirmeye çalışıyor.

“İran, Suriye’de askeri olarak yayılıyor”

3 ülkenin Suriye vizyonuna dahil kesin bir bilgi vermek şuan mümkün değil. İran ne pahasına olursa olsun Esed rejimini ayakta tutmaya çalışıyor. Bir nebze savaşın devam etmesinden de yaralanarak adım adım kendi askeri gücünü Suriye’ye dağıtmaya çalışıyor. Bütün bunları yaparken de bölgeyi Şiileştirmek için de adımlar atıyor. Rusya’nın çıkarları ise çok farklı. Doğu Akdeniz’de askeri üslerini tahkim etmek en azından Şam yönetimindeki ağırlığını korumak ve Ortadoğu’da askeri, ekonomik bir güç olmak istiyor. Türkiye’nin ise otografik rejimlere karşı Arap Baharı’yla birlikte bölgede halk ayaklanmalarını destekledi. Bölgede halk iradesinin tecelli etmesi için pozisyon aldı. Suriye’de diğer ülkelerde aldığı pozisyondan farklı bir tutum içerisine girmeyerek, Suriye halkını yanında yer aldı.


Yemen’de İran destekli Husiler’in Suudi Arabistan’da başkent Riyad yakınında bir askeri üssü füze ile vurmasını siz nasıl yorumluyorsunuz? İran, saldırıyı Mekke’ye yönlendirebilir mi? 

Husiler’in Suudi Arabistan’a yönelik saldırısı intikamvari bir anlam taşıyordu. Husiler’in askeri kapasitesinin Suudi Arabistan’ın içerisine girecek ve bir toprak parçasını kontrol edebilecek güçte olmadığı gözüküyor. İran’ın verdiği füzelerle Husiler, Suudi Arabistan’ın canını yakmaya çalışıyor. Yemen’de ciddi bir savaş yürütülüyor. Riyad ve müttefikleri istedikleri kadar bir başarı elde edemediler. Burada İran’ın rolü önemli. Tahran’ın bir süredir kurduğu askeri angajman anlaşması çerçevesinde Yemen’de Husiler önemli bir aktör konumuna geldiler. Füze saldırıları Mekke’yi de hedef alabilir. Bu Sünni-İslam dünyasında ciddi anlamda tepkilere neden olur.

İran’a yönelik ambargonun Ocak 2016’da kaldırılması, avantaj ve dezavantaj olarak ne kazandırdı? 

İran’a yönelik ambargonun kaldırılmasına ilişkin olarak Trump, Tahran’ın zor durumdayken Obama yönetimi yaptırımları kaldırarak, 150 milyar dolarlık finansal bir desteğin sağlandığını belirtti. Burada ciddi anlamada haklılık payı da var. ABD yönetimi nükleer anlaşmayı zorlayarak İran’a yönelik önemli yaptırımların bazılarını kaldırdı. Bu da bölgede çatışma içerisinde yer alan İran’ın ekonomik açısından rahatlamasına neden oldu. Tabi bu bir görece; ülke halen bir çıkmazın içerinde yer alıyor ve mevcut durumu sürdüremez gözüküyor. Trump, İran’a yönelik ambargo yeniden hayata geçirmeye başlayarak, İran’ın hedef alınacağını belirtti. İran, Obama yönetiminde kazandığı alanları, Trump yönetiminde kaybedecek gibi gözüküyor.

İran’ın Pers İmparatorluğu hayalini gerçekleştirmek istediği belirtiliyor. Bütün bölgesel politikasının altında tek neden mi yatıyor? 

1979 İslam Devrimi’nden bu zamana kadar İran’ın politikalarına baktığımız zaman kendi jeopolitik ve imparatorluk hırslarını İslam devrimi makyajı ile saklamaya çalıştığını gördük. Daha ilk günlerden Humeyni zamanlarında Suriye’de yaşanan Hama katliamın görmezden gelerek, o zamanki Şam hükümetini destekledi. Böylece İran’ın İslam dünyasının meselelerine nasıl baktığını görmüş olduk. Daha sonra İsrail’le mücadelesini kendi ihtiraslarını saklamak için kullandı. Irak’la ciddi bir çatışma içerisine girdi. ABD’yi şeytanlaştırdı ama 11 Eylül sonrasında ciddi anlamda bölgede Washington ile ciddi asker işbirliği içerisine girdiğini gördük. İran, eskiden Pers İmparatorluğunun bulunduğu yerlerde söz sahibi ve ciddi bir aktör olmak istiyor…