Ne yazık ki günümüzde, soruşurken bile otomatiğe bağlamış bir şekilde, karşımızdakiyle soruşuyoruz. Soruştuğumuz kişi, iyiyim derken gerçekten halinden iyi olduğu belli mi, belli değil mi? diye bile bakmıyoruz, düşünmüyoruz.

Dedelerimiz birine, hal hatır sorup, halin vaktin yerinde mi? diye sorduktan sonra, cevaplar çok şükür diye zihinden tefekkür ürünü olarak çıkardı. Şimdi otomatiğe bağlanıp, cevaplar veriliyor.

Hayatımızla ilgili zor soruları ve sorunları, kolaydan başlayarak çözmeliyiz. Unutmayalım ki, zor kolaydan, büyük küçükten hasıl olur…

Her kesimden insanın kendi zihnini dinleyip, belirli zamanlarda hayatlarıyla ilgili sorular sorma  terapileri, yapılması sağlanmalıdır. Günümüz insanının, buna ihtiyacı var.

Fatır suresi 37.ayette geçen, "Size, düşünecek kimsenin düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da (peygamber de) geldi." sözleri, hidayet için ön şartın ne olabileceğini, tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.

Mülk suresindeki 8. ayetinde, "Size uyarıcı bir peygamber gönderilmemiş miydi?" diye cehennemliklere sorularak, düşünme faaliyetinin yapılmış olması gerektiğine dair bir ön kabulle bir varsayım yapılmış. Bu varsayım, gereğini niye yapmadınız anlamında bir soru sorulmasını doğurmuş. Böylece bu ayet, hidayet için düşünmenin zaruri bir ön şart olduğunu göstermiş oluyor.

Helâk olan Lut kavminin yıkık kentiyle ilgili Ankebut suresi 35. ayette, "düşünen kimseler için apaçık ibret nişanesi bıraktık" diye bahsediliyor. Helâk olan Lut kavminden kalma harabelerle ilgili Hicr suresi 77.ayetinde, "Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret uvardır." diye belirtiliyor. Anlıyoruz ki, akibet ve uhrevi kaygısı olan, bu ibretlik durumu düşünür ve ibret alır. Uhrevi kaygı, etkili düşünmeyi sağlıyor. Zekayı, basireti, idraki, fıkhetmeyi, hıfzetmeyi, tecdidi, feraseti, takvayı arttırıyor.

Ben borç ödüyorum fakat, kenarda nisap miktarı param var. Bana bu sene zekat düşer mi? diye uhrevi kaygıyla düşünmekte tefekkürdür. Mahallemde, acil maddi ihtiyacı olan var mı? diye uhrevi kaygıyla düşünmekte tefekkürdür.

İlk emir olan ikra, kıraatla aynı köktendir. Bir bilginin kalbe girmesi için ilk önce aklederek (tefekkür ederek) kıraat etmek gerekir. Yani kıraat, aklın okumasıdır. Tertil ise kalbin okumasıdır. İkisinde de tefekkür vardır. Yani tefekkür o kadar zaruri ki, o olmadan ne akıl, ne de kalp okuyabilir. Bu sebepten dolayı sahabelere iman konuları, tefekkür ettirilerek öğretildikten sonra, kuran ayetlerini okumaları sağlanıyordu.

Oturarak yapılabilecek kadar çok kolay olan akletme işlevini yapmayan kardeşlerimizden, iyiliği emredip, kötülükten sakındırmalarını, infak edebilmelerini, teheccüde kalkabilmelerini, sıklıkla camiye gidebilmelerini bekliyoruz.

Kendi kurtuluşu için akletmeyen, ümmetin kurtuluşu için akleder  mi?

Hangi işi yapacak olursak olalım, o işin faziletini bilmeliyiz. Yani, yaparsam ne olur, yapmazsam ne olur? sorumuzun cevaplanmış olması gerekiyor. Zanna mahal bırakmadan ilimle akledilirse, tefekkür edilmiş olur. İlimsiz akledilirse ise sade bir fikretme eylemi yapılmış olur.

Nasıl ki su ve yemek, yaşamak ve ölmemek için bize farz ise, kendimize ve topluma dönük salih amellerimizin yaşaması, ölmemesi içinde tefekkür farzdır.

Suat Altınbaşak