Türkiye, çok çeşitli etnik topluluklardan meydana gelmiş büyük bir ülkedir. İstanbul ise 500 yıllık bir süre içinde İslam halifeliğine başkentlik yapmış çok güzel bir şehirdir. Son beş asırda İslam’ın kalbi Türkiye ve İstanbul’da atmıştır. Hıristiyan ve Siyonist güçler, İslam’ın en önemli temsilcisi olan Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak suretiyle Müslümanları başsız bırakmaya çalıştılar. Bu maksatla bu cihan devletini tek lokmada yutamadıkları için önce parçalara ayırmak istediler. Birinci Dünya Savaşı, İslam düşmanlarına büyük bir fırsat verdi. Savaş sonucunda 40 parçaya ayırdıkları Müslüman devletlerini teker teker yuttular. Ayrıca kendi menfaatlerine aykırı gördükleri “İslam halifeliğini” de ortadan kaldırmaya muvaff ak olmuşlardı. Aradan bir asır geçti. Osmanlı Devleti yerine şimdi daha güçlü bir devlet doğmuştu. Türkiye Cumhuriyeti; ekonomik, sosyal, siyasi ve askeri güç olarak yeniden İslam’ın en büyük devleti olmuştu. Üstelik Batılı güçlerin sömürgesi olmaktan kurtulamayan İslam ülkeleri, yavaş yavaş Türkiye’yi örnek alıp bağımsız hareket etmeye başlamışlardı. Hıristiyan ve Yahudiler, bir asır öncesinde olduğu gibi Türkiye’yi de aynı Osmanlı gibi parçalara ayırıp bölmek istediler. Bu maksatla son elli senede çok büyük emek ve çaba göstermişlerdir. Özellikle Güneydoğu Anadolu’da önce kısmi bir özerklik sonrasında geniş ve kapsamlı bir eyalet kurmaya çalışmışlardır. Ülkemizi bölmek için kurulan PKK isimli terör örgütü, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 15 Temmuz 2016’dan sonra FETÖ örgütünden temizlenmesi sonucunda büyük yara almıştır. İslam düşmanlarının 40 yıldan beri materyalist ve dinsiz bir eğitim verdikleri PKK’lı teröristler, Ak Parti hükümetinin başarılı politikaları sayesinde önce Türkiye’den sonrasında da sınırlarımıza yakın bölgelerden atılmıştır. Allah’ın izniyle halen kısmen devam eden “Beşinci Suriye Operasyonu” çok yakın bir zamanda kamuoyuna açık bir şekilde yapılacak ve sınırımız da dahil olmak üzere tüm PKK’lı teröristler tamamen temizlenecektir. Peki, PKK temizlendikten sonra İslam’ı ve Türkiye’yi bölüp parçalamayı esas almış İslam düşmanları boş duracak mıdır? Elbette hayır. Bunun için yıllardan beri “eyalet sistemi” kurmak için büyük bir çaba göstermektedirler. Bu maksatla dindar dahi olsa bir kısım Kürt kardeşlerimizi aldatmış ve “özerk bir bölge” kurulması konusunda ikna etmişlerdir. İşte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sıklıkla ifade ettiği, “tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet” düşüncesi, ülkemizin bölünmesi önünde çok önemli bir engeldir. Bu maksatla bu toplumun bütün fertleri birlik ve beraberliğimizin pekiştirilmesi için çaba göstermek zorundadır. Aksi takdirde İslam düşmanlarına kolayca yem olur Arap kardeşlerimiz gibi binbir parçaya bölünüp perişan duruma düşebiliriz. PKK’nın siyasi kolu olan HDP, ülkenin hayrı, vatan ve memleketin refahı için değil de “vatanı nasıl bölüp parçalarım” diye çaba göstermektedir. Daha önce “özyönetim” adını verdikleri şimdi ise açıkça “eyalet sistemini” kurmak için var güçleri ile çalışmaktadırlar. Kürt ırkçılığını esas alan bu partiye karşı en etkili yöntem; Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerine müracaat etmekle olacaktır. Bitlis’te dünyaya gelmiş; eğitimini, çocukluğunu ve gençliğini bu topraklarda geçirmiş bir insan olarak Bediüzzaman’ın ülkemizin Kürt coğrafyası hakkındaki görüşleri elbette çok önemlidir. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarını görerek çok önemli eserler telif eden bu zat; insanlık âlemine büyük katkılarda bulunmuştur. Bediüzzaman’ın eyalet sistemi hakkındaki görüşleri de dikkat çekicidir. Onun eserlerinden istifade etmek her vatan evladının boynuna bir borçtur. Osmanlı aydınlarından ve “Ahrar Fırkasının” öncülerinden Prens Sabahattin’e yazmış olduğu mektupta muhtariyet ve adem-i merkeziyete karşı olduğunu ikna edici sözlerle izah etmiş ve bu teşebbüse 110 yıl öncesinde mani olmuştu. Bu mektubunda özet olarak şu hususları dile getiriyordu: Merkezden nefret eden unsur ve milletlerde ayrılık fikirleri bütün bütün alevlenir; onları tatbike dökme imkânı bulurlar. Bu ayrılık fikirlerinin tatbike dökülmesi sonunda, öyle bir vahşet doğar ki, “adem-i merkeziyet” fikri kabına sığmayıp patlar. Oluşan bu vahşet, Osmanlılığın ümit bağladığı meşrutiyet perdesi üzerine öylesine bir baskı yapacak ki, bu perde tazyike dayanamayıp yıkılacaktır. Bunun sonucu olarak da muhtariyete kapı açılacak, sonra da istiklaliyete dönüşecektir. Daha sonra da krallıklar halinde sayısız küçük devletçikler oluşacaktır. Bu devletçikler arasında bir rekabet hissi ve eşitsizliğin sonucu istila fikriyle keşmekeş bir mücadele başlayacaktır. Bu mektup Bediüzzaman’ın “Tarihçe-i Hayat” isimli eserinde yazılmıştır. İlginçtir ki; bu mektupta “adem-i merkeziyet” yani “eyalet sistemi” iki defa zenb-i azim şeklinde “büyük bir günah” olarak ifade edilmiştir. Bu mektubun sonuç kısmında şu ifadeler göze batmaktadır. Selçuklu Devletinin yıkılması ile ortaya çıkan ve Anadolu’da 300 yıl devam eden beylikler arasındaki mücadeleye tekrar tanık olmak da mümkündür. “Tavaif-i Mülük Kavgası” adı verilen ve Müslümanlar arasında devam eden iç savaşta onca Müslüman’ın kanı akmış insanlar perişan olmuştu. Nihayet Osmanlı Devleti birliği sağlamıştır. Bediüzzaman, ittihat konusunda Yavuz Sultan Selim Han’ın şiirindeki şu tespitlere katıldığını eserlerinde yazmış ve tavsiye etmiştir: “İhtilâf u tefrika endişesi/ Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni./İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz,/ İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni.” Evet, İslam birliğini sağlayan Sultan Selim Han’ın dile getirdiği; ittihat yani birlik ve beraberlik çok önemlidir. Bu nedenle üniter ve merkezi yapıyı muhafaza etme zorunluluğumuz vardır. Aksi takdirde aç kurtlar gibi ülkemizi parçalayarak bölmeye çalışan düşmanlara yem olma ihtimalimiz vardır, vesselam…