Kültür Sanat

Şule Yayınları 9 yeni kitapla raflarda

Ay, yanaklarıma tuzlu damlalar serpiyor. Orman perileri ipekten kanatlarını saklıyorlar rüzgârlarını esirgemek için. Umudumu kaybetmedim. Biliyorum susuzluktan yere düşeceğim anda fışkıracak hayat. Buz gibi sular yüzümden süzülüp bir ark açacak kendine ve gitgide yatağını genişleterek önce bir dereye sonra bir ırmağa dönüşecek. Bir yaz gecesi, bir ormanın derinliklerinde başlayan yolculuğumun yine bir yaz gecesi bir denizin eteklerinde nihayet bulması için dua etmeliyim. Kaç ırmak denize varmadan gökte bulmuştur kendini.

Tepenin eteğine yaklaştıklarında ahali dört bir yandan seğirtti. Baltar yokuş aşağı hızını kesmeden koşmuş yaylanın düzlüğünde takla atarak yuvarlanıp boylu boyunca yere serilmişti. Devir sesini küçülterek dönüyordu etrafında. Kirli beyaz tüyü kızıla bulanan köpeğin imdadına yetişen Hanım Ana bir yandan dizlerine vuruyor öte yandan haykırıyordu. “İti vurmuşlar iti, elleri kırılsın kim vurdu bunu!” Baltar, Sivas kangalının romanı. Etrafında husumetin, hırsın, kurtların ve elbette aşkın çember ördüğü bir dünyada, insanın sadık bir yoldaşına bürünüyor Baltar. Eser, bir kangalın kendisiyle, insanlarla ve tabiatın kanunlarıyla savaşı aynı zamanda.

Ey kendilerini nefslerine hapsetmiş olanlar! Ey kullar ve köleler! Ey körler ve sağırlar! Ey dünyaya tapanlar! Ey tabutlarını develerinin üstünde taşıyanlar! Ey mala, mülke tapanlar! Ey uykularından henüz uyanmamışlar! Ey sabredenler! Düğün gecemize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! Nikâhlanamayanların düğünü için buradayız. Bu nikâhın mümtaz şahidi ölümdür. Dünya bir gelindir ve bu gelin kimseyle nikâhlanamaz. Dünya Bir Gelindir, Mehmet Sabri Genç’in kaleminden çıkan ilk roman. Ayntab’ın büyülü topraklarını kendine mekân olarak seçen yazar, rüyalarla iç içe geçiriyor kurgusunu. Büyülü bir dil, dünyayla savaşlarında yenik düşenler, onun tuzaklarından uzak duranlar, ölümün silinmez gölgesinde hakikat yolculuklarına tamamlamaya çalışıyorlar. Azıkları dünya, varacakları yer sonsuzluk.

Karşı apartmanda perdeler bir bir açılıyordu. Sade insanların küçük odaları, kar çiçekleri gibi baş veriyordu beton soğuğunda. Evlerin içinde çocuk saçları tarıyordu anneler ve babalar eskimiş ayakkabılarını giyiyorlardı. Kapılar, sahanlıklar, merdivenler doluyor olmalıydı hızlanmış bacaklar ve aceleci yürüyüşlerle. Şehirde hafif bir yağmur başlamıştı. Tek Başına İyilik, güçlü bir dilin yaralı insanları saklandıkları dünyalarından çekip çıkaran öyküleri. Sessizleştikçe ruhlarında derinleşen, derinleştikçe dünyayı kıymetsiz bir nesneye dönüştüren bu insanların dünyaları, ayartmadan uzak, umut vadeden bir sığınak sunuyor okuruna.

“Pencereden uzaklaşalım,” dedi. Perdeleri çekip evini ve kendilerini görünmez kılınca tuhaf bir şekilde güvende olduklarını hissetti. Oysa tam rahatlamışken gökyüzü çatlıyor gibi bir gürleme yayıldı şehrin üstüne. Min, Tili’ye sarılıp “Korkuyorum,” dedi. Keşke o da bunu söyleyebilseydi. Sadece korkuyor olduğunu dile getirebilseydi çekinmeden ve bunun sonuçlarını düşünmeden. “Az sonra diner,” dedi inanmadığı hâlde. “Nereden biliyorsun?” diye karşılık verdi Min. Bilmiyordu tabii. Öyle olmasını umut ediyordu yalnızca. Bir çocukla aynı odada olmak yaşadığınız dünyadan daha büyük bir dünyada nefes almak demektir. Çocuk bakışıyla yenilenen ve genişleyen bir dünya Naime Erkovan’ın “Akvaryum Fırtınası.” Dingin bir üslupla nasıl sarsıcı olunabileceğini gösteriyor Erkovan. Bu öyle bir fırtına ki sendeleseniz de kârlı çıkıyorsunuz sonunda. Zira savrulduğunuz yer kendi masumiyetiniz oluyor: Çocukluğunuz.

Makine kapanıyor, tak! Puf puf, oturuyor yerine. Vınnn, işte o mucizevi şey oluşuyor ve ben ne olduğunu tahmin etmeye çalışıyorum. Sarı mı kırmızı mı? Meyve kasası mı yoksa ne taşıyacağını merak ettiğim bir varil mi? Tık, işte orada! Siyah bir vezir. Beklediğim bir şey değil ama olsun. Makinenin ortasında birisinin onu almasını, ait olduğu takımın diğer taşlarıyla bir araya getirmesini ve beyazları yenecek bir oyuncunun elinde zafere ulaşmayı bekliyor. Babamın Makineleri, güçlü bir ilk kitap olarak Türk edebiyatına armağan ediliyor. Bazen soğukkanlı, bazen çocuksu, bazen gözü pek bir anlatıcı kendisini gösterse de hepsinin sesi sarsıcı ve uyarıcı.

içimdeki sıkıntıyı öldür sihirbaz bir an için dostumun yalnızlığını bitir ipleri görünmez yap tavana asılı aşklara çelme tak itibarsız bırak hayatı bir kere olsun salıncağından kurtul bir ışık saç eldivenlerinden hayretlerimizi artır gönlümüze dünya neşesi kat yer altına indiğimizde başlayacak ne de olsa hakikat

Çünkü ben, sahici deniz sancılarıyla doğmuş bir dağım. Bu yüzden kuş gibi sevemiyorum, konduğum dal çatırdıyor. Bir dağın kanat çırpması zor, ağlaması da. Bazen, burnuma havuç takıyor bir çocuk, gözlerime kömür; işte o zaman ağlıyorum. İnsanlara bakılırsa gülmem gerek. Habersiz Dağ, geçmişle, ayak basılan ilk toprak parçasıyla ve onu şekillendiren her şeyle, herkesle can yakan bir hesaplaşma. Haykıran fakat duyulmayan, kanatan fakat yara açmayan ama nihayetinde sonu şifaya varan dağ gibi, şiir gibi bir hesaplaşma.

"Sadece çektiğin kareler değil, görüntün de değişmiş. Saçların kısa, sakalın uzun. Meydandaki bütün insanları bir an için dondurup seyretme şansı bir sana bir bana nasip olmuş gibi hissediyorum bugün. İstanbul'a ilk geldiğinde bir delikanlı iken şimdi bir dev olmuşsun. Notlarını okuyorum. Gözlerin yazdıklarınla aynı şeyi söylüyor. Böylesi görüntülere alışığım. Doğrusu fotoğraf çekmek için tırmandığın yerler daha çok şaşırttı beni. Duvarlara senin gibi tırmanan oğlan çocuklarına artık pek rastlanmıyor. Ama oğlumuzun duvarlara çıkmasına hep izin verdim. Bu fotoğrafını bir gün avuçlarına bırakacağım." Mavi Marmara'nın aziz şehitlerinden Cevdet Kılıçlar'ın hayat hikayesi. Derya Kılıçlar'ın, eşinden kalan fotoğraf kareleriyle oluşturduğu tarihi mozaik. Sessiz bir kahramanın şehitliğe varan kutlu yolculuğu.